Ne muazzam bir düş ama!
Nobel ödülü kazanmış bir yazar olarak hayal edin kendinizi.
Kaleme aldığınız kelimelerin sınırları ortadan kaldırdığını ve dünyanın herhangi bir noktasında, herhangi bir insanı, kelimelerinizle büyülediğinizi hissedin.
Özel güçlere sahip bir sihirbaz olduğunuzu düşünmemek için hiçbir gerekçeniz yok.
Kelimelerin sihirbazı!
Eliniz, ne zaman kaleme ve kâğıda değse, hayal ettiğiniz her şeyin zihinlerde gerçeğe dönüştüğünü izlersiniz. Ne muazzam bir düş ama!
Sınırları kaldırabileceğiniz, özel bir gücünüz varsa eğer, boşluğa bırakacağınız binlerce kelimeden biri, eninde sonunda herhangi birinin ya aklına ya da kalbine ilişir.
İşte o kelimelerden biri de boşlukta yol alırken, Yozgat’ın (adının hiçbir öneminin bile olmadığı) bir köyünde yaşayan İlyas’ın kalbine ilişmiş.
Ve bizim hikâyemizde tam da bu noktada başlıyor.
İlyas. Nam-ı diğer Gabo İllias.
Okuduğu kitaplardan biri ile kendini Gabriel García Márquez’in kollarına bırakan, usanmaz bir kelime avcısı.
Bir nefeste okuyarak bitirdiği kitaplarda anlatılan hikâyelerin, kendi yaşadığı ortamda yaşanan durumlarla eşleştiğini fark ettiği anda, bir frekans yakalayan genç bir köylü.
"...Placida Linero Yozgat’tan çıkmayan anam, José Arcadio Buendía tarlada gocuğu ile kalp krizinden ölen babam, Ursula İguaran horantanın ortasında bağıran ninem, Pablo Vicario’da abim... Bağrı açık gömleğiyle dalyan gibi süzülen abim."
Kahramanımız oldukça nüktedan bir kişilik. Hikâyesini en içten ve en yalın hâli ile dolandırmadan paylaşıyor. Aslında yaşadıklarını paylaşan bir hikâye anlatıcısı.
Yozgat’ın adı bilinmez bir köyünde, hayal ettikleri ile yola çıkan bir maceracı. Hayal ettikleri ile karşılaştığı gerçekler arasında beklenmedik farklar ortaya çıksa da, yaşama devam edebilmenin bir yolunu bulabilmiş.
Yaşanmışlıklarının ardından dinlediğimiz için hikâyesinin finalindeyiz.
Yedi kat yer altında bir metro istasyonunda metronun gelmesini beklerken, güvenlik görevlisi olarak çıkıyor karşımıza. Yaşanan bir aksaklıktan ötürü, geçici bir süre metro seferlerinin yapılamayacağını bildiriyor bize. Bekleme süresinin uzayacağı anlaşılınca da başlıyor kitap okumakla başlayan geçmişe bir yolculuğa.
Eğlenceli biri. Belki, İç Anadolu’nun o kendine has ağzı ile konuşması da, bizi kendine bağlamış olabilir. Yaklaşık olarak 55 dakika, o anlattı biz tebessüm ettik. Dramanın yer yer pik yaptığı noktalarda da hislenmedik değil hani.
Kendini aşma çabası, kendi potansiyelini ortaya çıkarmak için mücadele eden kişiliği, azımsanacak bir şey değil hani bu devirde. Yaşamın farkındalığının önemini vurguluyor izleyenlere.
Oyuna ait tanıtım yazısında çok da güzel özeti geçilmiş.
Olduğu gibi alıntılıyorum:
“İnsan ister Yozgat’ın bir köyünde ister İstanbul’da bir öğrenci yurdunda isterse Kolombiya’da bir kasabada olursa olsun karanlığın pençesindedir. Yozgat'tan Kolombiya'ya uzanan bir kompartımandan aidiyetsizlik, kaybolmuşluk ve ironiler üzerine eleştirel bir oyun.
Gabo İllias, sıradan bir adamın aklından geçen sıra dışı şeylerin yolculuğuna çıkartıyor.”
Elçin Gürler'in kaleme aldığı ve benim izlediğim ikinci oyun Gabo İllias. İlk olarak Takma Kirpikler'de kalemine tanık olmuştum. Eğer gala gösterimi iptal olmamış olsa Roma'da Bir Cinayet de listede yer alacaktı.
İllias’ın hikayesi Lütfi Can Bulut’un samimi anlatısı ile dinlemeye değer. Tamer Can Erkan rejisi ile de kendinizi mekâna bırakıyorsunuz. Tek kişilik anlatıların ortak özelliklerini taşıyan oyun; yazarın hayali, yönetmenin hikâyeyi mekana yerleştirişi ve oyuncunun içselleştirmesinin ortak ürünü.
Monologlar Müzesi projesinin bir ürünü olarak ortaya çıkan çalışma, Asmalı Sahne tarafından başlı başına bir oyuna dönüştürülmüş durumda. Muharrem Uğurlu'nun ilk olarak Kadın Yüzler Festivali'nde yer verdiğini de notlarımızın arasına alalım. Proje danışmanı hanesinde ödüllü yazar Ahmet Sami Özbudak ismi yer alıyor.
Tek kişilik yapımlar için 55 dakika oldukça ideal bir süre.
Not: +15 sınırının olduğunu da bilgilendirelim.