Yerel Yönetimler Çalışma Grubu adına şehir plancısı Miray Özkan''a bıraktı. Özkan, şehircilik perspektifiyle raporun içeriğini ve vurguladığı noktalar paylaşmak istediğini kaydederek, "İçeride zaten Gezi tutsaklarının rapor bölümlerinde çok detaylı anlatımları var ama 2000''li yılların başından beri gerçekten çok ciddi ve acı bir şehirleşme süreci yaşadık. Yasalar değişti; şehircilik kurumu, planlama kurumu tamamen değişti ve parçalandı" ifadelerini kullandı.
''ŞEHİRCİLİK, İMAR PAZARLIĞI VE RANT PAYLAŞIMI HALİNE GELDİ''
Konuşmasında, 6306 sayılı yasaya ve kullanım şekline dikkat çeken Özkan, şöyle konuştu:
"Özellikle 6306 sayılı yasa; afet yasası olarak kabul edilen ama afet yasasını, kendi yaptığını inşaat düzenini, bu işbirliği düzenini meşrulaştırmak için kullandığı bir altyapı haline geldi. Bu çok ciddi, büyük bir meşrulaştırma aracı oldu. Hem bu işbirliklerini meşrulaştırdı hem binaların yıkılmasını meşrulaştırdı hem insanların evsiz kalmasını meşrulaştırdı. Şehircilik bir mekanı iyileştirmekten bir yaşam alanı oluşturmaktan, güvenli, sağlıklı, anlamlı, geçmişini, mirasını koruyan, anlayan ya da geleceğe dair iklim krizine karşı güvenlikleri ele alan bir şeyden çok; bir imar pazarlığı bir rant paylaşımı bir iş birliği kurumuna bir kayırmacılık ile kimlerin daha çok, neyden ne kadar kazanacağını belirlemeye yarayan bir düzen haline geldi.
''HERKESİN MECBUR BIRAKILDIĞI BU SAHTEKARLIK DÜZENİ ÇÖKTÜ''
Bu çok ciddi bir sahtekarlık düzeni aslında. Depremle de bu düzenin, herkesin de bir şekilde dahil edildiği, mecbur bırakıldığı, mahkum bırakıldığı bir düzenin çöktüğünü gördük. Bu bence Türkiye şehirciliği açısından çok acı bir süreç. Ben bir şehir plancısı olarak bunun acısını çekiyorum. Bütün uzman arkadaşlarım, mimarlar, mühendisler bu işin başından beri zaten çok sorunlu olduğunu; afeti temel bir şehir girdisi olarak almamız, bütün düzeni buna göre kurmamız gerektiğini söyleyen tüm uzmanlar hiç dinlenmedi ve herkes dışarıda bırakıldı.
''DAHA EŞİTLİKÇİ, ÇEVRECİ BİR ŞEHİR YAPMAK ZORUNDAYIZ''
Bu noktadan sonra da özellikle bu 6306 sayılı yasanın nasıl kullanıldığını, şeffaf bir şekilde bizim görünür hale getirmemiz gerekiyor. Özellikle riskli yapı, riskli alan yasalarının sık kullanıldığı Hatay ve Kahramanmaraş’ta gerçekten riskli alanlar mı riskli alan ilan edildi? Gerçekten riskli yapılar mı yıkılıp yerine yenileri yapıldı. Ve ne kadar işe yaradı gerçekten bu yasa? Neredeyse 15 yıldır kullanılan bu yasa ne kadar işe yaradı?
Bunların şeffaf bir şekilde gösterilmesi ve yenilenmesi gerekiyor. Bu yeni süreçte de tamamen başta yeni bir şehircilik yeni bir planlama anlayışıyla tüm bu disiplinleri bir araya getirerek, yeni araçlarla, daha dayanışmacı daha eşitlikçi daha çevreci daha afetlere karşı korunduğumuz bir şehir yapmak zorundayız."
''AKP''NİN DEPREM SİYASETİNİN YASAL ÇERÇEVESİNİ ÇIKARMAYA ÇALIŞTIK''
Miray Özkan''ın ardından TİP Hukuk Bürosu''ndan Avukat Melike Öztürk de rapora ilişkin açıklamalarda bulundu. Raporda depremler sonrası işin hukuki boyutunu ele aldıklarını belirten Öztürk, şunları söyledi:
"Raporun bir bölümünde, 99 depremlerinden sonra 20 yıl içerisinde yapılan yasal değişiklikleri bir boyutuyla çalıştık. AKP’nin deprem siyasetinin yasal çerçevesini çıkarmaya çalıştık. Bu bağlamda az önce arkadaşlarımız da ifade ettiler; kentsel dönüşüm yasası, deprem yönetmeliği gibi hukuksal değişiklikler oldu.
''YAPI DENETİMİNİN NASIL TİCARİLEŞTİĞİNİ GÖRDÜK''
Bazı tespitlerimiz oldu tabii tekrara düşmeden yine ifade etmek istiyorum. Yapı denetiminin nasıl ticarileştiğini gördük, tamamen kamu denetiminden çıktığını gördük. TMMOB’un yetkilerinin kanun eliyle elinden alındığını gördük. Yerel yönetimlerin yetkilerinin tamamen merkezi yönetime devredildiğini gördük. İmar barışı ile teknik kurallara uygun olmayan yapıların nasıl ruhsat aldığını ve iskana kavuştuğunu gördük. Yine kentsel dönüşüme ilişkin yasalar ve bunlardaki değişikliklerin, aslında kamusallığın tasfiyesi dışında hiçbir işe yaramadığını görmüş ve tespit etmiş olduk bu raporla birlikte.
''OHAL BAĞLAMINDA SINIRLANDIRILMAYAN YETKİLERİN NELERE YOL AÇABİLECEĞİNİ TARTIŞMAYA AÇTIK''
Bir başka bölümde afet yasasını ve afet yasasının idareye tanıdığı yetkileri tartışmaya çalıştık. Bu bağlamda iktidarın aldığı ilk hukuki önlem olarak OHAL’in gerekliliğini tartışmaya çalıştık. Malumunuz, 36 saat sonra afet haliyle birlikte bir OHAL ilanı söz konusu olmuştu. Bu bağlamda aslında mevcut yasaların OHAL olmadan da OHAL yetkisi tanıdığını ve çeşitli önlemlerin alınabileceğini ifade etmeye çalıştık. OHAL ilanının hak ve özgürlükler bağlamında iktidara çok ciddi yetkiler tanıdığını ve bu sınırlandırılamayan, denetlenemeyen yetkilerin nelere yol açabileceğini tartışmaya çalıştık. Keza OHAL ile birlikte aldıkları ilk refleks de iktidarı eleştirenleri gözaltına almak, Meclis''i kapatmak, okulları kapatmak oldu. Sansür ve baskı uygulamaları oldu. Bunu da görmüş olduk, bunu da raporumuza yazdık.
''ADALETİN TESİSİ İÇİN ÇALIŞACAĞIZ''
Netice itibarıyla bir başka boyutta da şunu söyleyeyim. Bütün mevzuat aslında kullanılmayan yetkiler, kötüye kullanılan yetkiler bir arada değerlendirildiğinde 6 Şubat’ın nasıl bir felaket olduğu aslında ortaya çıkmış oldu.
Raporun bir başka bölümünde de son olarak OHAL kapsamında çıkarılan kararnameleri inceledik. Hukukçular olarak afet suçları, deprem suçları, iş cinayetleri... Az önce burada çerçevesi çizilen perspektifte rant siyasetinin sonucu ve her gün bu suçlar işlenmeye devam ediyor. TİP olarak bu suçların yargılanması ve adaletin tesisi için depremin sonrasında ortaya çıkan olaylarla ilgili bilhassa suç duyurularında bulunduk. Bunların takipçisi olmaya ve adaletin tesisi için çalışmaya devam edeceğiz."
''YOKSULA YIKIM GETİRECEK BİR CUMHURBAŞKANLIĞI KARARNAMESİ İLE KARŞI KARŞIYAYIZ''
Basın toplantısının son bölümünde yeniden konuşan TİP Milletvekili Ahmet Şık, raporun tamamına TİP''in internet sitesinden ulaşılabileceğini belirtti ve okunması tavsiyesinde bulundu.
"Biraz önce partimizin Hukuk Bürosu ve PM üyesi Melike Öztürk’ün belirttiği gibi bu depremin ardından merkezi iktidarın yaptığı en önemli işlerden birisi, yeni suçların önünü açacak 24 Şubat 2021 günü çıkarılan 126 sayılı bir Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi oldu" diyen Şık, gerekçelerini de şöyle sıraladı:
"Bu kararnameyle Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı''nın belirlediği orman alanları, meralar, mesire yerlerinin her biri imara açılıyor. Bütüncül planlama yerine imar mevzuatına aykırı, parçalı ve parsel bazlı düzenlemeler yapılıyor. Depremzedelerin mülkiyet ve imar haklarının başkalarına devredilmesi gibi bir dolu yeni yıkımın yolunu açacak bazı düzenlemeler içeriyor. Yani tam da iktidarın yıllardır bulunduğu pozisyonun bir benzerini yani rantiye odaklı, para odaklı ve yoksula yıkım getirecek bir bakış açına sahip bir kararnameyle karşı karşıyayız."
''MERKEZİ VE YEREL İKTİDARLAR, ORGANİZE BİR SUÇ SORUŞTURMASININ İÇİNDE OLMALI''
"Bütün bu rapor özü itibarıyla bize birtakım faillerin adlarını veriyor" sözlerini de kullanan Şık, "Her şeyden önce bu son depremin faillerine ulaşmak bazı müteahhitlerin tutuklanmasıyla, yapı denetim firması yetkililerinin tutuklanmasıyla toplumun biriken öfkesini, gazını almaya dönük bir şey olduğunu söylememizin elzem odluğunu düşünüyorum. Çünkü bu iş, müteahhitlerle yapı denetim firmalarını çok çok aşan, merkezi ve yerel iktidarları da bütüncül olarak organize bir suç soruşturmasının içine sokmamız gereken bir hukuki süreci bize anlatıyor" vurgusunda bulundu.
''ORGANİZE SUÇUN FAİLLERİNİN BAŞINDA FUAT OKTAY GELİYOR; ARDINDAN SOYLU, KURUM, AKAR''
Deprem sürecinde sorumluluğu olanlara da işaret eden Şık, "Bu nedenle organize suçun faillerinin başında Cumhurbaşkanı Yardımcısı, bütün bu sürecin koordinatörü olarak karşımıza çıkan Fuat Oktay geliyor. İkinci sırada Çevre Şehircilik ve İklim değişikliği Bakanı olarak Murat Kurum. AFAD’ın da sorumlusu olan, kendisine bağlı bir bakanlığı işgal eden Süleyman Soylu. Bu kadar büyük bir yıkımda Türkiye’nin en organize güçlerinden, insan güçlerinden biri olan askerin zamanında ve yeterli müdahale edilmemesinin yolunu açan Hulusi Akar. Kızılay’ı bir yardım ve dayanışma kimliğinden uzaklaştırıp bir ticarethaneye çeviren Kerem Kınık AFAD Başkanı, hiçbir şey yapmadığından ötürü Yunus Sezer. Ve bir önceki dönemin Çevre ve Şehircilik Bakanı Mehmet Özhaseki ve yine o koltuktan geçmiş AKP Genel Başkanvekili Binali Yıldırım" ifadelerini kullandı.
ŞIK, YEREL YÖNETİMLERE DİKKAT ÇEKTİ
Konuşmasında işaret ettiği yerel yönetimlerin yöneticilerin sorumluluğunu da hatırlatan Şık, "Bunun dışında depremin en çok hasar verdiği kentlerin başında gelen Adıyaman Belediye Başkanı Süleyman Kılınç, Hatay Belediye Başkanı Lütfü Savaş, Kahramanmaraş Büyükşehir Belediye Başkanı Hayrettin Güngör ve Gaziantep Büyükşehir Belediye Başkanı Fatma Şahin de diğer şüphelilerin isimleridir" diye konuştu.
''ERDOĞAN, ASIL FAİLLERDEN BİRİ''
AKP''li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan için "Suçun başındaki kişi" ifadelerini kullanan Şık, sözlerini şöyle tamamladı:
"Aynı şekilde adını yazamayacak kadar çok fazla otel, kamusal alan inşasını ya da binasının sahibi ya da yöneticisi pozisyonundaki kişiler, çok sayıda müteahhit, bu meskenlere inşa eden müteahhitlerin yanı sıra orada görev almış, yerel yönetimlerin içerisinde denetleme görevini yapmamış yerel bürokrasinin mensupları ve bütün bu organize suçun başındaki kişi olarak da elbette ki şu anki mevcut ama önümüzdeki seçimde değişecek olan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, asıl faillerden birisidir. Ve sadece bu raporda anlatılanların ışığında bile bir iddianame özeti olarak karşımıza çıkan bu raporda anlatıların ışığında, bu kişilerin baş şüpheli olarak bir iddianamenin sanıkları arasında yer alması gerekiyor."
Kaynak: KAMU SON HABER