İyi Parti Genel Başkanı Meral Akşener partisinin grup toplantısında konuştu.
Meral Akşener''in açıklamaları şöyle:
Aziz milletim, değerli milletvekilleri, sevgili gençler, kıymetli basın mensupları;
Sizleri, saygı ve sevgiyle selamlıyorum.
Gazi Meclisimizin, 27’nci yasama döneminin,
son grup toplantısına,
hoş geldiniz, sefalar getirdiniz.
Aziz milletim;
Kadim kültürümüzle harmanlanan, cennet vatanımızda,
hakkımız olan, tüm değerlerden, tüm olanaklardan, tüm fırsatlardan,
mahrum bırakıldığımız, ucube bir dönemin,
nihayet sonuna geliyoruz.
Mesela uzun bir zamandır;
Adaletten mahrumuz…
Çünkü;
Adaleti gölgeleyen bir iktidar tarafından yönetiliyoruz.
Hukuka, keyfine göre, yön veren,
Kendi çıkarları için, zalime boyun eğen,
Başkentin göbeğindeki, alçak bir cinayetin,
gerçek faillerini bulmaktan bile,
aciz bir iktidar!
Mesela uzun bir zamandır;
Samimiyetten mahrumuz.
Çünkü;
Kalbini karartmış bir iktidar tarafından yönetiliyoruz.
Bir milletin ahını,
Bir annenin acısını,
İki küçücük çocuğun gözyaşlarını bile, görmezden gelen,
vicdansız bir iktidar!
Mesela uzun zamandır;
Ciddiyetten mahrumuz.
Çünkü;
Görev bilincini kaybetmiş bir iktidar tarafından yönetiliyoruz.
Verdiği hiçbir sözü, tutamayan,
Mafyaları, simsarları, uyuşturucu kaçakçılarını kollayan,
Sinan Ateş’in katillerine göz yuman,
zalim bir iktidar!
Sorumsuz bir iktidar!
Korkak bir iktidar!
Ve artık vaktini, çoktan doldurmuş,
son kullanma tarihi geçmiş bir iktidar!
Düşünün ki;
Emniyet teşkilatımız, cinayeti planlayan şahsı,
bir milletvekilinin, evinde yakalıyor.
Buna ilişkin, tutanak tutuyor.
Nasıl oluyorsa oluyor, o tutanak, ortadan kayboluyor.
Ve bugün, o tutanak, dava dosyasında yok.
Böyle bir rezalet olabilir mi?
Böyle devlet yönetilir mi?
Hey gidi hey…
Neydin, ne oldun Recep Bey?
“Cesaretin sembolüyüm” diye geldin;
giderayak, esaretin sembolü oldun.
“Milletin adamıyım” diye geldin;
giderayak, mafyaların, simsarların, kuklası oldun.
Bir zamanlar, geçmiş iktidarların hatalarından, ders alırdın.
Şimdiyse, kendi hatasını göremeyecek kadar kör,
doğruları duyamayacak kadar da,
sağır bir adam oldun.
“Neredeeen, nereye?” değil mi Recep Bey?
Görüyorum ki, artık sende;
Ayşe Ateş’e verdiği sözü tutacak, basiret yok!
Babasız kalan Banuçiçeğin, Bengüsu’nun,
karşısına çıkacak, yüz yok!
Elindeki sınırsız yetkiye rağmen,
katillerden hesap soracak, cesaret ise, hiç yok!
Değerli dava arkadaşlarım;
Hiç merak etmeyin!
Recep Bey’in yapamadığını, biz yapacağız!
Onun tutamadığı sözü, biz tutacağız!
Ne olursa olsun;
Sinan Ateş’in kanını, yerde bırakmayacağız!
Katiller, cezasını çekecek!
Azmettirenler, cezasını çekecek!
Yataklık edenler, cezasını çekecek!
Bu işin üstünü örtmeye kalkışanlar da, cezasını çekecek!
Nereye giderlerse gitsinler.
Hangi deliğe girerlerse girsinler.
İsterlerse dünyanın, öbür ucuna kaçsınlar;
o alçakları, mutlaka bulacağız!
Sinan Başkan’ı unutmayacağız, unutturmayacağız!
Aziz milletim;
Seçimlere 39 gün kala,
BTK, yeni bir sosyal medya düzenlemesini, yürürlüğe aldı.
Bu düzenlemeye göre, artık;
Sosyal medya platformları, kişisel bilgileri
adli makamlara, iletmekle yükümlü olacak.
Peki nasıl iletecek?
Herhangi bir yargı kararı olmadan iletecek.
Bir soruşturma bahanesi bulmak, yeterli olacak.
Yani;
bir İçişleri Bakanlığı yetkilisi;
“Şu kişi hakkında soruşturma var.
Bana bilgilerini verin.” dediğinde;
o bilgiler, derhâl iletilecek.
Bu şekilde;
yargı önünde, suçu ispatlanmamış kişilerin,
tüm şahsi bilgileri, talep edilebilecek.
Düzenlemenin ilgili kısmı, aynen şöyle diyor:
“Halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yaymak,
Devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozmak,
Anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlar,
Devletin sırlarına karşı suçlar,
ve bu kapsamda içerik oluşturan ve yayan faillere,
ulaşmak için, gerekli olan bilgiler…”
Yani mesela;
Gerçek enflasyon verilerini inceleyen ENAG,
“yanıltıcı bilgi yaymaktan” susturulacak.
Üstelik sadece ENAG değil;
ENAG verilerini, paylaşan hesaplar da susturulacak.
Mesela;
“Kızılay’ın çadır satışını” haber yapanlar ve yayanlar,
“devlet sırrını açığa çıkardı” diye susturulacak.
Mesela;
“Dört gün oldu, bir tane arama kurtarma ekibi gelmedi” diyenler,
“Devletin birliğini bozuyor.” diye susturulacak.
Yani böylece;
tek adam rejiminin, diktatörlüğe doğru uzanan yoluna,
bir taş daha döşenecek.
Türk demokrasinin önüne, ördükleri duvarlara,
bir tuğla daha konulacak.
Türk gençlerine, layık gördükleri hapishane düzenine,
bir pranga daha eklenecek.
İşte size, Recep Bey ve arkadaşlarının,
Türkiye’ye layık gördüğü, yüksek demokrasi standardı…
Gerçekten ibretlik…
Üstelik düzenleme, bununla da sınırlı değil.
Aynı zamanda, sosyal medya platformlarının,
tüm kişisel verileri, Türkiye’de tutmasını da mecbur kılıyor.
Hâlbuki 30 yıl önce, internetin hayatımıza girişi ile birlikte,
tüm sınırlar ortadan kalkmıştı.
Ama bugün Recep Bey, internete sınır çizmeye kalkıyor.
Böyle bir vizyonsuzluk olabilir mi?
Yanlış anlaşılmasın.
Biz, verilerin ülkemizde tutulmasına itiraz etmiyoruz.
Biz, bunun zorla, yasakla ve iktidarın,
hukuksuz çıkarları için yapılmasına itiraz ediyoruz.
Bakın, artık bulut bilişim çağındayız.
Dolayısıyla artık, bu şirketler, verilerini,
kendi ülkelerinde bile tutmuyorlar.
Peki nerede tutuyorlar biliyor musunuz?
Enerjinin ucuz olduğu ülkelerde tutuyorlar.
İnternet altyapısının, güçlü olduğu ülkelerde tutuyorlar.
Hukukun üstün olduğu ülkelerde tutuyorlar.
Çünkü tüm yatırımlarını,
ekonominin, öngörülebilir olduğu ülkelere yapıyorlar.
İşte biz, bu çapsızlığa, bu vizyonsuzluğa isyan ediyoruz.
Çünkü, Türkiye de, bu ülkelerden biri olabilirdi.
Ama Recep Bey ve liyakat abidesi kadrosu yüzünden,
maalesef olamadı.
Çünkü her konuda olduğu gibi, bu konuda da,
kendi beceriksizliklerini kabullenmek yerine,
yasaklar koyarak, esas meseleyi görmezden gelmeyi seçtiler.
Ve en sonunda,
bu iktidar sayesinde Türkiye,
bu son düzenleme ile birlikte;
internete sansür getiren, demokrasi öncüsü ülkelerin arasında yerini aldı.
Aziz milletim;
BTK’nın yapmış olduğu bu düzenleme;
sosyal medya platformlarını,
saray medyasına çevirme girişimidir.
Bu düzenleme;
Twitter’dan, bir AHaber oluşturma gayretidir.
Bu düzenleme;
Facebook’ta, milletimize,
bitmeyen bir penguen belgeseli izletme çabasıdır.
Ellerindeki binlerce trole rağmen,
istedikleri algıyı yönetemediler.
Emirlerindeki, onca kanala rağmen,
milletimizi, yalanlarına inandıramadılar.
Attıkları onca iftiraya rağmen;
oylarının eriyişini, bir türlü durduramadılar.
Çünkü bu hükûmetin depremdeki acizliğini,
sosyal medya ortaya çıkardı.
Saray medyası, sahte başarı hikâyeleri yazarken,
Kızılay’ın depremzedelere çadır sattığı haberi,
sosyal medyadan yayıldı.
Toplanan vergilerin, kimlerin cebine girdiğini,
sosyal medya duyurdu.
İşte tam da bu yüzden;
Rezilliklerini meydana döken, her şeye düşmanlar.
Sosyal medyaya düşmanlar.
Gençlere düşmanlar.
Gençlerin kullandığı, tüm teknoloji araçlarına düşmanlar.
Sevgili gençler;
Şunu asla unutmayın ki;
14 Mayıs’ta oy kullanmaya gittiğinizde,
çok kritik bir seçim yapacaksınız.
Kim Jong’un, uzun boylu ruh ikizi ile,
Millet İttifakı’nın adayı arasında,
bir tercih yapacaksınız.
Kuzey Kore’ye özenen bir Türkiye ile,
Avrupa standartlarında bir demokrasiyi,
doyasıya yaşayan bir Türkiye arasında,
bir tercih yapacaksınız.
Kim Jong’un izinden gidenlerle,
Atatürk’ün gösterdiği istikamete yürüyenler arasında,
bir tercih yapacaksınız.
Sizlere, öğrenilmiş çaresizlik prangaları takanlar ile,
“Kahrolsun istibdat, yaşasın hürriyet” diye haykıranlar arasında,
bir tercih yapacaksınız.
Ben size inanıyorum.
Ben size güveniyorum.
Çünkü; güç sizde.
Çünkü; söz sizde.
Çünkü; gelecek sizin ellerinizde.
Adım gibi eminim ki;
14 Mayıs’ta sandığa gideceksiniz;
Ve kaderinizin dizginlerini, elinize alacaksınız!
Sandığa gideceksiniz;
Ve Recep Bey’i, o koltuktan indireceksiniz!
Sandığa gideceksiniz;
Ve Atamızdan aldığınız emanetin hakkını verip;
yepyeni bir TARİH YAZACAKSINIZ!
Hiç şüphem yok:
O sene, bu sene!
Aziz milletim;
Giderayak artık, bu iktidarın bize,
ne verecek bir şeyi, ne de söyleyecek bir sözü kalmadı.
Artık, bozuk plak misali, kendilerini tekrara başladılar.
Nitekim geçtiğimiz hafta, Recep Bey dedi ki;
“Yeni bir dönemi başlatıyoruz.
Bu dönemin adı, “şahlanış” dönemidir.”
Yaaa…
Bir tarafta, çağ açıp, çağ kapatan bir ecdadın vizyonu;
Diğer tarafta ise,
2 ayda bir, canı sıkıldıkça, dönem açıp, dönem kapayan,
bir garip anlayışa, makhum edilen Türkiye…
Gerçekten çok üzücü.
Arkadaş!
Sen daha dün, şahlanıyoruz demiyor muydun?
2018’de, 2020’de, şahlanıyoruz demiyor muydun?
2021’de, 2022’de, yine bir şahlanasın gelmemiş miydi?
Hani prangalar vardı?
Hani önündeki tek engel, parlamenter demokrasiydi?
Hani uçuyordun, hani kaçıyordun?
Hani “Bu kardeşiniiiiiz…” diye nutuklar atıyordun?
N’oldu?
Ne değişti?
Kardeşim!
Sana her istediğini veren bu millet,
senin şahlanamayışlarının,
ceremesini çekmeye mecbur mu?
Bu memleket, senin ısıtıp ısıtıp anlattığın bayat masalları,
dinlemeye mecbur mu?
Türkiye, senin bu beceriksizliğine,
daha fazla tahammül etmeye mecbur mu?
Bir de çıkmışsın, utanmadan;
“Biz meydanlarda ve kürsülerde verdiği sözü,
Göreve geldiğinde unutanlardan değiliz.” diyorsun.
Yahu;
Meydanda verdiğin sözü, göreve gelince unutman,
senin artık, alameti farikan oldu.
Çok değil daha geçtiğimiz sene;
“Türkiye ekonomi modeliyle, cari fazla vereceğiz.” diyordun.
Ne oldu?
Türkiye, tarihin en yüksek cari açığını verdi.
Son 12 ayda, cari açık, 52 milyar dolar oldu.
Bu yılın, sadece 2 ayında Türkiye,
26 milyar dolar, dış ticaret açığı verdi…
“2023 hedefleri” diye diye, 7 seçim geçirdin.
2023’e geldik, sen hâlâ aynı şeyleri söylüyorsun.
Hâlâ aynı vaatlerde bulunuyorsun.
Zahmet edip de, seçim söylemini bile değiştirmiyorsun.
2023’te, 2,1 trilyon dolar, millî gelir vadediyordun;
2023’e geldik, millî gelirimiz, 1 trilyon doları bile bulamadı.
2023’te, 500 milyar dolarlık, ihracat vadediyordun;
2023’e geldik, yarısını ancak buldun.
2023’te, kişi başı 25 bin dolar, gelir vadediyordun;
2023’e geldik, 9 bin dolara çakıldın, kaldın.
2023’te, yüzde 5 enflasyon vadediyordun;
2023’e geldik, yüzde 50 buçuk enflasyonla övünür oldun.
Yahu siz şaka mısınız?
Böyle şuursuzluk olabilir mi?
Böyle ciddiyetsizlik olabilir mi?
Memlekette açlık sınırı, 9 bin 591 lirayı bulmuş.
Yoksulluk sınırı, 31 bin 241 lira olmuş.
Bunlar, en düşük emekli maaşını,
7 bin 500 lira yapmakla övünüyor…
Neymiş?
Vaatlerinin, sonuna kadar arkasında duruyorlarmış…
Recep Bey;
Eğer ki bu sözleri;
Sana zar zor yaptırdığımız,
daha doğrusu, seni, yapmak zorunda bıraktığımız,
3600 ek gösterge ve EYT düzenlemeleri için söylüyorsan;
işte orada duracaksın!
Yıllarca söz verdin, yapmadın.
Milletimizin feryadına, kulak tıkadın.
Sandık korkusu, bacayı sarınca,
apar topar, yapmak zorunda kaldın.
Ama onu bile, eksik yaptın.
Onu bile adaletsiz yaptın.
Sana, yolunu yordamını, defalarca söylediğimiz şeyleri bile,
yapmayı beceremedin.
Ama sen hiç merak etme;
3600 ek göstergedeki eksiklikleri, biz tamamlayacağız.
EYT düzenlemesindeki yanlışlıkları, biz düzelteceğiz.
Emekli maaşlarının yetersizliğini, biz gidereceğiz.
Ay sonunu düşünmekten, uykuları kaçan milletimizin,
derdini de, biz çözeceğiz!
Milletimiz seni, 39 gün sonra, tıpış tıpış gönderecek.
Bizimle beraber, tertemiz bir sayfa açacak.
Ve 2’inci asra açılan, bu pırıl pırıl sayfada;
TÜRKİYE TARİH YAZACAK!
Aziz milletim;
Siz sakın, kürsülerde, ekranlarda,
mangalda kül bırakmayan Recep Bey’e bakmayın.
Artık o da,
bu seçimi kaybedeceğinin farkına vardı.
Bu yüzden de, son zamanlarda;
Oldukça huysuz, aksi ve gergin…
Aslında hoş görmek lazım.
Sonuçta, gelmekte olan hezimeti, hazmetmek kolay değil.
Yalnız, buradan, kendisine, küçük bir hatırlatma yapmak istiyorum:
Recep Bey;
“Gerginsin” deyince,
bana ve arkadaşlarıma kızmak,
tehdit etmek, hakaret etmek,
sandıktaki kaçınılmaz sonunu, değiştirmeyecek.
Çünkü;
İçinde bulunduğu bu acınası durumun,
tek sorumlusu sensin sen!
Bak, tam 21 yıl oldu.
Ama sen hâlâ, asgari düzeyde bir devlet insanı olamadın.
Dile kolay.
Koskoca 21 yıl…
Kim olsa, bir şeyler öğrenirdi.
Ama sen, maalesef, hiçbir şey öğrenemedin.
Bir de üstüne, geçtiğimiz hafta, çıkmışsın;
bana, “Utan, utan.” diyorsun…
Evet utanıyorum!
Bu ülkenin Cumhurbaşkanı olma şerefinin,
zerresini dahi üzerinde taşıyamamandan,
ben utanıyorum!
Küfür bulaşmış dilinden, fitne saçan sözlerinden,
söylediğin yalanlardan, attığın iftiralardan,
biz utanıyoruz!
Milyonlarca vatandaşına düşman gözüyle bakmandan,
biz utanıyoruz!
Ama belli ki sen, hiç ama hiç utanmıyorsun!
Bu yüzden de, nefret saçmaya, öfke kusmaya,
tam gaz devam ediyorsun.
Hatta muhalefeti, Cudi’ye Gabar’a gömmekten bahsedecek kadar,
şirazeden çıkıyorsun.
İnanabiliyor musunuz?
Aynen böyle söylüyor.
Arkadaş bizi, Cudi’ye, Gabar’a gömecekmiş…
Yok Bak Recep Bey;
Cudi ve Gabar, senin için vatan olmayabilir.
Ama bizim için, Rize ne kadar vatan toprağıysa;
Cudi de, o kadar vatan toprağıdır!
Kocaeli ne kadar vatan toprağıysa;
Gabar da, o kadar vatan toprağıdır!
Sen kuponcu olduğundan, vatan toprağının kıymetini bilmezsin.
Ama biz gayet iyi biliriz.
Al bayrağımızın gölgesinin düştüğü her yer,
bizim için cennettir, cennet!
Sakın unutma!
Sen bu sözlerin benzerlerini, 2019’da da söylüyordun…
Sonra ne oldu?
Millet seni, sandığa gömdü.
Hatta, utanmadan bir de ağladın, mızıkçılık yaptın.
O zaman ne oldu?
Millet seni o sandığa, bir daha gömdü…
Hem de bu defa, katmerli gömdü.
O yüzden, iyisi mi, sen bu tehditlerini, kendine sakla!
Çünkü bu kafayla gitmeye devam edersen,
14 Mayıs’ta, sandığın dibini görünce, daha çok ağlarsın.
Sonra söylemedi deme.
Değerli arkadaşlarım;
Milletimiz, böyle bir muameleyi, böyle bir dili hak etmiyor.
Cumhuriyetimiz, yeni asrında, böyle ucube bir zihniyeti hak etmiyor.
Türkiye, böyle ucube bir yönetimi, hiç hak etmiyor.
İşte bu yüzden biz, İYİ Parti olarak;
Türkiye’ye, yepyeni bir yönetim anlayışı getirmeye talibiz.
Cumhuriyetimizin yeni asrını, özündeki değerlerle, taçlandırmaya talibiz.
Milletimizin iradesine, hak ettiği değeri, göstermeye talibiz.
Biz milletimize, 21’inci yüzyılda;
Mesleğini, hayatını, ülkesini, üzerinde gururla taşıyan,
tökezlediğinde, yanında devletinin olduğunu hissettiren,
yeni bir toplumsal sözleşme vadediyoruz.
Aziz milletim;
Bu toplumsal sözleşmenin;
ilk ve en temel unsuru, “yaşatmak!” olacak.
Çünkü;
“İnsanı yaşat ki, devlet yaşasın.” düsturundan,
zerre nasiplenmemiş;
sorumluluğu vatandaşına karşı değil,
yandaşına karşı hisseden, bir zihniyetin,
milletimizi yaşatamadığını,
artık tüm çıplaklığıyla gördük.
İşte bu yüzden;
Bir yandan, yasımızı tutarken;
diğer yandan da;
vatandaşının derdini dinleyecek,
acısını hissedecek,
öfkesini dindirecek, bir devlet anlayışını,
“Yaşatan bir Türkiye’yi”, yeniden inşa edeceğiz.
Toplumsal sözleşmemizin, ikinci unsuru;
adaleti sağlamak, adil olmak…
Bugün Türkiye’de, adaleti sağlamak için,
hukukun üstünlüğünü tanıyıp,
yargı bağımsızlığını tesis etmekten,
çok daha fazlası gerekiyor.
Bu yüzden de, her şeyden önce;
Her bir vatandaşına, eşit yaklaşan,
her birine, aynı fırsatları sağlayan,
kerim bir devlet anlayışını tesis edeceğiz.
Ve bu anlayış çerçevesinde;
milletimizin her bir ferdinin, kaliteli ve ücretsiz bir şekilde,
barınma hakkına, sağlık ve eğitim hizmetlerine,
engelsiz erişimini sağlayacağız.
Her bir bebeğimizin, çocuğumuzun, gencimizin,
tok uyuma hakkını;
Her bir vatandaşımızın, alın teriyle çalışma hakkını;
ve emeğinin karşılığında, insan onuruna yakışır bir gelir elde etme hakkını;
teslim edeceğiz.
Eğlenme, rahat bir nefes alma, dilediğince gülme,
Ez cümle, mutlu ve huzurlu bir yaşam sürme hakkını,
güvence altına alacağız.
Yani;
Adil bir Türkiye’yi, yeniden inşa edeceğiz!
Toplumsal sözleşmemizin, üçüncü unsuru;
Saygılı olmak…
Ama saygıyı;
Sadece, bir kişinin, iki dudağı arasından çıkacak sözlere değil;
85 milyonun, iki dudağı arasından çıkacak sözlere duyacağız!
Kadın haklarına,
Çocuk haklarına,
Doğmamış çocukların haklarına,
Hayvan haklarına, çevre haklarına,
siyasi ve yaşam tercihlerine,
Ve her bir vatandaşımızın, nüfus cüzdanına,
saygılı bir Türkiye’yi, yeniden inşa edeceğiz.
Toplumsal sözleşmemizin dördüncü unsuru;
Nitelikli insan yetiştirmek…
Bundan tam 100 yıl önce,
İktisat Kongresi’nin bildirisinde ne yazıyor, biliyor musunuz?
“Her Türk, her yerde, hayatını kazanabilecek şekilde yetişir,
fakat her şeyden evvel, memleketi için çalışır.”
O beğenmedikleri Cumhuriyet’imizin,
100 yıl önceden, günümüze taşınan, vizyonunun,
büyüklüğüne bakar mısınız?
İşte biz de, Cumhuriyetimizin bu vizyonunu,
yeniden yaşatacağız.
Dünyanın her yerinde çalışabilecek,
mesleğini, dünya kalitesinde yapabilecek,
nitelikli insanlar yetiştirmek için,
kaliteli bir eğitim imkânı sağlayarak,
“Nitelikli bir Türkiye’yi” yeniden inşa edeceğiz.
Vee tüm bunların neticesinde,
Toplumsal sözleşmemizin, beşinci ve son unsuru ise;
“Güçlü Türkiye’yi” inşa etmek olacak.
Ama bunu öyle, hamasi sözlerle,
2 ayda bir atılan, “şahlanış” tiratlarıyla değil;
Dünyada sözü geçen, büyük bir ekonomik güç haline gelerek sağlayacağız.
Yani, Türkiye’nin gerçek potansiyelini, açığa çıkartarak sağlayacağız.
Avrupa’nın göçmen hendeği olmayan;
Tefeci lobileri tarafından, yağmalanmayan;
Ekonomik coğrafyasını değerlendirerek, dünyaya ilham olan;
İstikrarsızlığın merkezi değil, istikrarın sembolü olan;
2’nci asrında, yeni bir başarı hikayesi yazan;
Güçlü, zengin ve mutlu bir Türkiye’yi, inşa edeceğiz.
Ez cümle;
15 Mayıs’la beraber;
Türkiye’de, yeni ve İYİ bir yönetim anlayışı hakim olacak!
Devlet ile millet arasındaki sözleşme,
yeniden yazılacak!
Hangi partiye oy vermiş olursa olsun,
hangi aileye doğmuş olursa olsun,
hangi inanca sahip olursa olsun;
bu vatanın her bir evladının;
bileğinin hakkıyla kazanma şansına sahip olduğu,
hayallerini gerçekleştirme fırsatlarına sahip olduğu bir Türkiye,
küllerinden doğacak!
Ve emin olun;
O Türkiye, tarih yazacak!
Değerli dava arkadaşlarım;
Recep Bey’in geçen haftaki, sayısız hezeyanlarından biri vardı ki,
gerçekten evlere şenlik…
Neymiş?
Kiminle uğraşacağımı, çok iyi bilecekmişim…
Neymiş?
Kendisini benimle uğraştırmayacakmışım…
Vay vay vay…
Bir aslan miyav dedi, minik fare kükredi…
Recep Bey!
Sen hiç merak etme.
Ben kiminle uğraşacağımı, çok iyi bilirim.
Mesela ben;
Kul hakkı yiyenlerle uğraşırım.
Mesela ben;
Teröristin mektubunu,
devletin televizyonunda okutanlarla uğraşırım.
Mesela ben;
Emekliden, memurdan, işçiden, çiftçiden esirgediği, milyarlarca lirayı,
yandaşların, rant şebekelerinin, ayaklarının seren,
yağmacılarla uğraşırım.
Mesela ben;
Milletine yalan söyleyen, milletinin sesini duymayan,
üstüne de, utanmadan, saraylarda keyif çatanlarla uğraşırım.
Anaları mutfakta, babaları da evlatlarına karşı, çaresiz bırakanlarla;
Emekçileri, memurları, enflasyon canavarına ezdirenlerle;
Vatandaşı yokluk içindeyken,
faizcilere, 200 milyar lira aktaranlarla uğraşırım.
Gençleri itip kakanlarla;
Kadınlara, hayatı zindan edenlerle;
Milletin helal aşına, ekmeğine, el uzatanlarla uğraşırım!
Ve hiç kusura bakma;
Sen sevsen de, sevmesen de,
uğraşmaya devam edeceğim!
Değerli dava arkadaşlarım;
Recep Bey’in bu tehdidinin, yansımasını,
hemen ertesi gün gördük.
Biliyorsunuz, İstanbul İl Başkanlığımıza,
silahlı bir saldırı yapıldı.
Devlet ciddiyeti olan bir iktidar,
böyle bir durumda, sizce ne yapar?
Konunun araştırılması için, hemen harekete geçer, değil mi?
Peki Recep Bey ve arkadaşları ne yaptı?
Bize kızdılar.
Kamera önüne geçip laf attılar.
Sosyal medyadan hakaret ettiler.
Neymiş efendim?
İnşaat bekçisi bir kardeşimiz, hırsız kovalıyormuş.
Hırsızları kaçırmak için de, havaya ateş etmiş;
Ne hikmetse, kurşunlar gelmiş, İYİ Parti’yi vurmuş.
Bakın siz şu işe…
Allah’tan, il binamız Kabataş’ta değil…
Bilmeyenler için söyleyeyim;
İstanbul İl Başkanlığımız, sanılanın aksine,
havada değil, yerdedir.
Üstelik ateş edilen yer ile, binamız arasında,
belediyenin reklam panoları ile, koskoca bir E5 karayolu var.
Yani;
Binamızın girişi, E5’in altında kaldığı için,
ateş edilen yerden, bina girişinin vurulma ihtimali,
gerek fizik, gerek de, geometri kurallarına göre, imkansız.
Yani;
ya ifade yanlış,
ya da bu bekçi kardeşimiz, bir aksiyon filmine özenmiş olacak,
“mermiye falso vermiş” ve olağanüstü bir nişancılık sergileyerek,
“yanlışlıkla” binamızı vurmuş.
Ayrıca;
İddiaya göre, bu bekçi kardeşimiz,
hırsızlığı engellemek için, defalarca ateş etmiş.
Ama ne hikmetse;
bu kadar ciddi bir hadiseyi, şirketteki üstlerine bildirmemiş.
Tutanak tutmamış.
Polise haber vermemiş.
Hatta bunları yapmadığı gibi;
Üstüne de;
Sanki hırsızlık hadisesi, normal bir olaymış gibi;
Hırsızlara ateş etmek de, bu Teksaslı kardeşimizin, günlük rutiniymiş gibi;
gitmiş evine, bir güzel yatıp uyumuş.
Yaa…
Hollywood prodüksiyonlarına, taş çıkartacak,
bu fantastik açıklamanın, sonunda ise,
Recep Bey çıkmış, benden özür bekliyormuş…
Çünkü, kendisi çok kırılmış.
Duyguları incinmiş.
Rencide olmuş.
Vah vah…
Yazık ki ne yazık.
Recep Bey;
Utanmasan, mermiye saldırdı diye, parti binamızı tutuklayacaksın.
Bir de senden, özür dileyeceğim, öyle mi?
Hadi oradan be hadi oradan!
Çok beklersin!
Sakın unutma!
Biz, bugünlere, öyle kolay gelmedik.
Biz, buralara, çiçek bahçelerinden geçerek de gelmedik.
Biz bu yola, 2015 yılında,
koltuk sevdası uğruna,
her türlü hukuki ve vicdani ilkeyi hiçe sayan,
sırtını ve aklını tek adama teslim eden bir anlayışa karşı,
mücadele etmek için çıktık.
Biz bu yolda;
2017 referandumu ile, getirilmek istenen,
ucube bir tek adam sistemine;
en gür sesimizle; “hayır” diyerek yürüdük.
Çiçek bahçelerinden değil, mayın tarlalarından geçtik;
İYİ Partimizin, kutlu güneşinin etrafında buluştuk.
Cümle aleme, meydan okuduk;
demirden dağları bile eriten,
kadim bir ateşin, etrafında buluştuk!
O günlerden, bugüne de;
hiçbir hesaba, hiçbir pazarlığa girmeden,
bu kürsüden, milletimizin sesi olduk, vicdanı olduk.
Haksızlıkla, mücadele ettik.
Esarete, itiraz ettik.
Prangalara, isyan ettik.
Çünkü biz, hürriyete inandık!
Çünkü biz, adalete inandık!
Çünkü biz, Hakk’a inandık, hakikate inandık!
Çünkü biz, Cumhuriyete inandık!
Şunu aklına çok iyi yaz:
Biz, yalnız bu millete hizmet edenleriz!
Biz, yalnız bu millete hesap verenleriz!
Biz, yalnız bu millete boyun eğenleriz!
Çünkü bizim için, en büyük ülkü;
Millet ülküsü, millet olma ülküsüdür.
Mutlu fertlerin içinde, müreffeh bir vatanın içinde,
Sıradan bir nefer olma ülküsüdür!
Allah nasip ederse, 15 Mayıs’ın şafağında da,
kutlu ülkümüzü, icraat ile taçlandıracağız.
Milletin mührünü, milletin hakkı namına kazanacağız.
Milletin iradesini, yeniden hakim kılacağız!
Çünkü bizim için o kutlu şafak;
Milletin yüzündeki tebessümdür!
Gölgeden kurtarılmış umuttur!
İstibdattan kurtulmuş, Büyük Türk Milleti’dir!
Bugün, üstümüzde parlayan güneş,
bu mübarek haberin müjdesidir.
Karanlığa dur diyen,
Hilale yıldız katıp,
Geceyi kendine gün edendir!
İşte İYİ Parti budur!
Ve İYİ Parti;
Türk Milleti’nin, gecesine ışık olmak,
Hilaline yıldız olmak için vardır!
Çünkü biz;
Bu yola çıkarken, milletin yarınları dışında,
hiçbir yarını düşünmedik.
Milletin şafağından başka, hiçbir şafak bilmedik.
Milletin yarınları gün olsun,
Mevsimler, her daim bahar olsun, demek dışında,
hiçbir temenni gütmedik.
Yeri geldi, tehdit edildik,
Yeri geldi, hakaret işittik,
Yeri geldi, baskı gördük.
Türlü iftiraların, karalamaların, vicdansızlıkların, hedefi olduk!
Varsın olsun dedik!
Çünkü biz;
inandığımızı bildik ve bildiğimize inandık!
Çünkü biz;
Sırtımızı, yaslayabileceğimiz tek yere yasladık!
Çünkü biz;
Sadece ve sadece, ona güvendik ve ona sığındık!
O yer;
Sönmeden tüten en son ocağımız,
Milli misakımız,
Al bayrağımızdır!
Ahlakla yürüyen imanımızdır!
Şükürden ayırmadığımız, adalet aşkımızdır!
Bizden gayrı, ben demeye tövbe etmiş,
öksüz Türklüğümüzdür!
Çıktığımız bu yol;
milletimizden ve toprağımızdan, başka bir menzile varamazdı.
Tıpkı, bizi Ergenekon’dan çıkartıp,
dünya sahnesine, asil ve şerefli bir üye olarak kaydeden,
şanlı destan gibi;
Biz de, öylesine başımız dik yürüdük.
Biz de, aynı kutlu yolda yürüdük.
Biz de, o mukaddes toprağa bastık.
Bir heybetli bozkurdun, ayak izinden feyz,
bir çift mavi gözünün ışığından, ilham aldık!
Ve bugün, biz yine, aynı yolun başındayız.
Bu meclisten yine, aynı yola çıkacağız!
Belki en zor ama;
aynı zamanda, en büyük keşfe gideceğiz.
En büyük fethe gideceğiz!
Çünkü, milletin sinesini fethedeceğiz!
İYİ Parti’nin cesur neferleri!
Rabbime şükürler olsun.
Ne mutlu bize ki;
Bugün, Kürşad’ın gür sesiyle,
Tanrı Dağı’ndan iniyoruz.
Türk Milleti’ni hapseden o seddi,
yıkmaya geliyoruz!
Zulüm seddini,
Yalan seddini,
Küfür seddini,
parçalamaya geliyoruz!
Milletin ayağına vurulmuş prangayı,
söküp atmaya geliyoruz.
El ele, omuz omuza,
tarih yazmaya geliyoruz!
Soruyorum sizlere!
Bunca engeli, aştıktan sonra;
Şimdi bize, bu kurşun mu dur diyecek?
Söyleyin!
Sinan Ateş durdu mu?
Bunca tehdide, direndikten sonra;
Şimdi bizi, bu kurşun mu korkutacak?
Söyleyin!
Ömer Halisdemir, korktu mu?
Bunca ahlaksızlığa, göğüs gerdikten sonra;
Şimdi bizi, bu kurşun mu sindirecek?
Söyleyin!
Özgecan’lar, Şule’ler, Ceren’ler sindi mi?
Bunca tuzağı bozduktan sonra;
Şimdi bizi, bu kurşun mu öldürecek?
Söyleyin!
Gaffar Okkan’lar, Uğur Mumcu’lar, öldü mü?
Bunca hainliğin, üstesinden geldikten sonra;
Şimdi bizi, millî misakımızdan, bu kurşun mu vazgeçirecek?
Söyleyin!
Eren Bülbüller, Yasin Börü’ler, Aybüke Öğretmen’ler, vazgeçti mi?
Bunca nifakı, bunca fitneyi, hakikatin ışığıyla yendikten sonra;
Şimdi bizi, bu kurşuna, adres verenler mi ayıracak?
Söyleyin!
Hilalle yıldız hiç ayrıldı mı?
O zaman;
bugün, burada, sizlerden bir söz istiyorum!
Bu sözü;
Törenize, atanıza uyarak verin!
Bu sözü;
İmanınıza, vicdanınıza sorarak verin!
Bu sözü;
Aklınızı ve kalbinizi duyarak verin!
Kıvılcımdan ateş olacaksınız!
Söz mü?
Tüm tehditlere, tüm iftiralara direneceksiniz!
Söz mü?
Tüm mermilere göğüs gerip;
Milletimize güneş olacaksınız!
SÖZ MÜ?
15 Mayıs günü burada;
Gülmeyen yüzleri güldürmek için,
Susmuş sesleri haykırmak için,
Çöken karanlığı dağıtmak için,
40’dan 40 bin olacaksınız!
SÖZ MÜ?
Türkün Türküsü olacaksınız!
SÖZ MÜ?
Milletin Şiiri olacaksınız!
SÖZ MÜ?
Bilge Kağan’ın, Kürşad’ın, Fatih’in torunları!
Mustafa Kemal’in çocukları!
Türkiye’nin İYİ ve cesur evlatları!
Bu millet, 15 Mayıs sabahı;
21 yıldır, kendine biçilen deli gömleğini, yırtıp atacak.
Bu millet, 15 Mayıs sabahı;
istibdatın çürük zincirlerini, kırıp atacak.
Bu millet, 15 Mayıs sabahı;
hep bir ağızdan, “Hürriyet!” diye haykıracak!
Ve 15 Mayıs’ın şafağında;
TÜRKİYE, TARİH YAZACAK!
SÖZ MÜ?
Allah sizlerden razı olsun.
Sözünüz sözümüz,
Millet yolu, yolumuz olsun!
Sağ olun var olun, Allah’a emanet olun!