Başöğretmen Atatürk’ten öğretmenlere…
Her yıl 24 Kasım’ı Öğretmenler Günü olarak kutlarız. 24 Kasım 1928, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün "Millet Mektepleri'nin Başöğretmenliği"ni kabul ettiği gündür. Bakanlar Kurulu, Mustafa Kemal Atatürk'e "Millet Mektepleri Başöğretmenliği" ünvanını 11 Kasım 1928'de yaptığı toplantıda vermiş ve bu ünvan, 24 Kasım'da Millet Mektepleri Talimatnamesi'nin yayımlanması ile resmîleşmiştir. Atatürk'ün 100. doğum yıl dönümü olan 1981 yılında onun "başöğretmen" oluşunun yıl dönümlerinin ülke çapında Öğretmenler Günü olarak kutlanmasına karar verildi. Bu vesileyle Atatürk’ün 27 Ekim 1922’de Bursa’da İstanbul’dan gelen öğretmenlere verdiği nutuktan bazı paragraflara bir göz atalım:
“Hanımlar, Beyler!
İstanbul'dan geliyorsunuz. Sefa geldiniz. İstanbul'un nur ocaklarını temsil eden yüksek heyetiniz karşısında duyduğum zevk sonsuzdur. Kalplerinizdeki hissiyatı, dimağlarınızdaki fikirleri doğrudan doğruya gözlerinizde ve alınlarınızda okumak, benim için fevkalade mazhariyet sebebidir. Bu dakika karşınızda duyduğum en samimi hissi, müsaadenizle söyleyeyim: İsterdim ki, aranızda bulunayım, çocuk olayım, genç olayım ve sizin nur saçan eğitim dairenizde bulunayım. Sizden feyiz alayım, siz beni yetiştiresiniz. O zaman zannediyorum ki, milletim için, daha faydalı, çok faydalı olurdum; fakat maalesef elde edilemez bir arzu karşısında bulunuyoruz. Dolayısıyla kendi şahsım hesabına yerine getirilemeyecek olan bu arzunun yerine başka bir talepte bulunacağım; bugünün evlatlarını yetiştiriniz. Onları memlekete, millete faydalı uzuvlar yapınız... Bunu sizden talep ve rica ediyorum.
Muallim Hanımlar ve Muallim Beyler!
İhtimal ki, muallime demediğim için beni hatalı buluyorsunuz. Lakin bunu düzeltmek istemiyorum. Ben lisanımızda "tâi te'nis" (Tâi te'nis; Bir kısım müennes (dişil) sözcüklerin sonundaki "t" harfi.) kullanmak zaruretinde olmadığımızı zannediyorum. Bunun için muallim hanımlar ve beyler diyorum.
Hanımlar, Beyler!
Millî dehamızı geliştirecek, kültürlerimizi layık olduğu dereceye ulaştırmak için yüksek meslek erbabını da yetiştireceğiz. Kız çocuklarımızı da aynı tahsil derecelerinden geçirerek yetiştireceğiz.
Katiyen bilmeliyiz ki, iki parça halinde yaşayan milletler çok zayıftır, marazlıdır.
Çocuklarımıza ve gençlerimize vereceğimiz tahsilin sınırı her ne olursa olsun onlara her şeyden evvel esaslı olarak şunları öğreteceğiz: Birincisi milliyetine, ikincisi Türkiye devletine, üçüncüsü Türkiye Büyük Millet Meclisi ve hükümetine düşman olanlarla mücadele etmek lüzumu. Fertleri bu mücadele sebepleri ve vasıtalarıyla donanmış olmayan milletler için beka hakkı yoktur. Mücadele, lazımdır.
Muallim Hanımlar ve Beyler!
Ordularımızın kazandığı zafer, sizin ve sizin ordularınızın zaferi için yalnız zemin hazırladı. Ordularımızın zaferini siz tamamlayacaksınız. Hakiki zaferi siz kazanacak ve devam ettireceksiniz ve mutlaka muvaffak olacaksınız. Ben ve sarsılmaz imanla bütün arkadaşlarım, bütün mevcudiyetimizle sizi takip edeceğiz ve eğer irfan yolunda herhangi bir engele tesadüf ederseniz, sizin tesadüf edeceğiniz engelleri kıracağız; bütün mevcudiyetimizle sizin fikirlerinizi ileri yürüteceğiz.
Size son bir söz arz edeyim! Sizin kıymetli bir heyet halinde Bursa'ya gelmeniz, yalnız Bursa'yı değil; bütün Anadolu'daki kardeşlerinizi memnun etti. Ve İstanbul'dan getirdiğiniz selamları bütün millete tebliğ edeceğiz. Ben de sizden rica edeceğim ki, benim ve arkadaşlarımın ve bütün Anadolu'nun selam ve hürmetlerini İstanbul'da bulunan ve henüz baskıdan kurtulmayan kardeşlerimize tebliğ ediniz.
Hiçbir sebep ve kuvvet onları bu halde bırakamaz.
İstanbul'un talihi, İstanbul'da yaşayan halis Türklerin kalp ve vicdanlarındaki arzu gibi tecelli edecektir.”
Öğretmenlerimizin, ‘Öğretmenler Günü’nü şimdiden kutlarım…