Kültür Endüstrisi
20. yüzyılın önemli düşünürlerinden ve Frankfurt Okulu’nun önde gelen temsilcilerinden biri olan Adorno, kapitalist sistemin insanları kültür endüstrisi (culture industry) ile beslediğini ve gerçek sanattan uzak tutarak duyarsız hâle getirdiğini belirtmiştir. Karl Marks’ın aksine Adorno kapitalizmin çökmeyeceğini aksine gün geçtikçe güçlendiğini belirtmiştir.
Medya yoluyla daha da güçlenen bu anlayış insanları ihtiyaçları olan şeyleri değil, popüler ve pahalı olan ürünleri almaya itmektedir. Medya yoluyla daha da güçlenen bu anlayış insanları ihtiyaçları olan şeyleri değil, popüler ve pahalı olan ürünleri almaya itmektedir. Kendini bir kral olarak görmesine karşın tüketici bu sistemde kendi zevklerinden mahrum bırakılmış zavallı bir nesnedir, bir özne bile değildir.
Adorno’ya göre kapitalist sistem kültürel olarak bir koyun sürüsü yaratmaya, insanları kişiliksizleştirmeye çalışmaktadır. Adorno’nun kendi deyişiyle tüm bu kişiliksizleştirmenin yanı sıra, oyalama, yalan, sahtecilik, yanlış ihtiyaçlar vs “Kültür Endüstrisi’nin elinde olduğunu söyler.” İzleyici, gösterinin aldatıcılığı karşısında bir an bile aptal durumuna düşmemeli, gösteriyi sürekli takip edebilmeli ve gösterinin sergilediği kıvraklığı kendisi de gösterebilmelidir.
Adorno’nun bakış açısıyla tv, radyo, filmler dergiler vs.. her şey bizim dikkatimizi dağıtmak ve düşünecek zaman bulamayıp, kendimizi anlamaya engel olmak için dizayn edilmiştir. Her filmin başından nasıl biteceği, kimin ödüllendirilip kimin cezalandırılacağı ya da unutulacağı anlaşılır; bundan başka, hafif müzikle, kulağı alıştırılmış dinleyici, şarkının daha ilk ölçülerini duyar duymaz devamını kolayca kestirir, tahmini doğru çıktığında da sevinir. “Shorı story”lerin [kısa öykü] ortalama sözcük sayısı kesindir. Komiklikler, efekt ve espriler bile, içinde yer aldıkları sahnenin taslağı kadar önceden hesaplanmıştır. Sinemadaki “screeno”lar vodviller, çalan şarkıyı bilme yarışmaları, bedava kitapçıklar, belirli radyo programlarını dinleyenlere verilen ödül ve hediyeler rastlantısal değil, kültür ürünlerinde geçerli olan uygulamaların devamıdır.
Peki, kültür endüstrisinin hayatın her alanına yayıldığı bu alandan kaçış mümkün müdür? Adorno ve Horkheimer bunun imkânsızlığını dile getirmektedirler. Adorno ve Horkheimer Aydınlanmanın Diyalektiği kitabında bu durumu çizgi filmleri üzerinden bir örnekle açıklarlar: Çizgi filmlerin duyuları yeni tempoya alıştırmaktan başka bir işlevi varsa, o da sürekli törpülenmenin, bireysel direnişin durmadan tümüyle kırılmasının bu toplumda yaşamanın bir koşulu olduğuna ilişkin o eski dersi herkesin beynine kazımaktadır. Çizgi filmdeki Donald Duck ve gerçek yaşamdaki bahtsızlar dayak yesinler ki, onları izleyenler kendi yedikleri dayağa alışsınlar.
Kültür endüstrisi gibi bir kavramı özetlemek çok zor olduğundan bir sonraki yazıda ‘kültür endüstrisi’nin yansımalarını özellikle bu kavram üzerinde sistemin dışında kalanları filmler ve diziler üzerinden örnek vererek açıklamaya çalışarak kavramın ne kadar önemli olduğuna vurgu yapacağım.