Ekonomi yönetimi ve enflasyonla mücadelede asgari ücrete ara zamma kapıyı kapamıştı. Ancak emekli ve memur zamlarının belli olmasının ardından milyonlarca vatandaşın asgari ücret beklentisi daha da arttı. Bugün bu konuda en kritik adım 3 büyük işçi sendikası tarafından atıldı. TÜRK-İŞ, HAK-İŞ ve DİSK bir komisyon kurup konfederasyonların görüş ve taleplerini içeren ortak bir bildiri yayımladı.
TÜRK-İŞ
Canlı yayında bu 3 sendika başkanlarından ilk açıklamayı TÜRK-İŞ Başkanı Ergün Atalay yaptı. Atalay, “Kamuda bir sözleşme yaptık. Kamunun yüzde 90'ına yakınının memnun olduğu iyi bir ücret alındı. Aradan 14 ay geçti, darmdadağn olduk ekonomik yönde. O dönemde fazla aldığımızı söyleyen kesimler şu an konuşmuyor. Neredeyse iki kat bir fark var şu anda. Öyle bir ücret dengesizliği oldu. Şeklinde konuştu.
Vergi sistemindeki sıkıntılara da değinen Atalay, “Vergide büyük sıkıntı var. Emeklilerin, asagari ücretlilerin büyük bir sıkıntısı var. Hala asgari ücret fazladır demek ayıp ve günahtır. Tablo ortada. Bir hafta geçinemezsiniz bu parayla.” Dedi.
Türkiye ve dünyada yaşanan sorunlar ve bunların etkileri hakkında da açıklamalarına devam eden Atalay, “Depremin, COVID 19'un maliyetini bizler biliyoruz ama öyle kötü bir ekonopmik yönetim oldu ki bunun da faturasını biz ödüyoruz. Dayanacak gücümüz kalmadı. TÜİK'in açıkladığı rakamlar gerçekle örtüşmüyor. Bizim ülkemizde yüzde 20'lik bir kesim refah için yaşıyor, bedeli yüzde 80'lik kesim ödüyor. Bundan 1,5 yıl öncesi kadro mağdurlarının çözümünü beklerken, geldiğimiz noktada belediyelerden işten atılmalar devam ediyor. Önceden kamu öncüydü, şimdi kamu en düşük duruma düştü ama malesef özel sektörde patronların kazandıkları ortada. Bunlar bizi köle sanıyorlar, maraba sanıyorlar. 20-25 bin TL'yi işçiye çok görüyorlar. Bizlerin emekçi meselesinde bir araya gelme mecburiyetimiz, sorumluluğumuz var.” Şeklinde konuştu.
Atalay konuşmasını, “Bu ekonomik krizi emekçinin sırtına yüklemenin anlamı yok. Faizler, vergiler... Bundan önceki maliye bakanına bu yetkiyi versen o da yapardı bu işi. Bizim üzerimizden çeksinler ellerini. Nefes alamıyoruz. 10 binin 17 binin ekonomiyi düzeltmeyle ilgisi yok.
Haklı taleplerimizi yerine getirsinler. Kulaklarında problemi olanlar duyana kadar bu meseleyi anlatmaya devam edeceğiz.” Sözleri ile sonlandırdı.
HAK-İŞ
Türk-İŞ başkanı Ataly’ın ardından Hak-İş genel başkanı Mahmut Arslan konuşma yaptı. Mahmut Arslan, “Hazırladığımız ortak bildiri hayırlı olsun. Çok geniş bir çalışma bu. Bunu manifesto olarak da kabul edebilirsiniz. Makro ekeonomi göstergelerine baktığınız zaman olumlu şeyler devam ediyor. Üretim çarkları devam ediyor. Büyüme, ihracat artıyor. İşsizlik azalıyor. Bütün bunlara rağmen emek hareketinin aldığı pay azalıyor. Asgari ücretle çalışanlarının oranı artıyor. Adil paylaşımla ilgili tersine bir durum söz konusu. Avrupa Birliği ülkelerinde asgari ücret istinai bir ücretken, Tükiye'de genelbir ücrete dönüşüyor. İş kazalarındaki ölüm oranları artıyor. Peki kim kazanıyor? Sermaye kazanıyor. Şeklinde konuştu
Türkiye’nin içinde bulunduğu durum hakkında tespitlerde bulunan ve olması gerekeni tek tek açıklayan Arslan, “Biz bu gidişatı Türkiye'nin hak etmediğini düşünüyoruz. Vergi sistemi de dahil daha çok kazanandan daha az vergi politikası söz konusu. Adil bir vergi sistemi yok. Özellikle her yerel seçim sonunda belediye başkanlıkları değişince büyük bölümü kendisini kral zannediyor. Gelir gelmez de ilk önce çalışanlarla uğraşıyorlar. Yeni başkanların önemli bölümü ilk önce işçileri çıkartmaya başladı. Sadece bizim konfederasyona bağlı işçilerden 5 bin çalışan işini kaybetmiş durumda. Özellikle muhalefet partilerin söyledikleriyle, belediyede yaptıkları arasında ciddi fark var. Buradan uyarmış olalım. İlk temel konumuz aslında sendikal örgütlenmenin önündeki engellerin kaldırılmasıdır. Gelir dağılımındaki adaletsizliği önlemek için bu önemlidir.” Şeklinde konuşarak konuşmasını sonlandırdı.
HAK-İŞ
HAK-İŞ genel başkanı Mahmut Arslan’ın konuşmasını tamamlamasının ardından son sendika başkanı olan DİSK’in genel başkanı Arzu Çekrezoğlu konuşmasını gerçekleştirdi. Çekredoğlu konuşmasında, “Bu yaşadığımız tablo tesadüfen ortaya çıkan bir tablo değil. Bu gerçeklik ülkeyi yönetenlerin tercihlerinin sonucudur. Siyasal ve sınıfsal tercihinin sonucudur. Emekçilerin ürettiği bu toplam değer 85 milyonu insanca yaşatmaya yeter de artar. Ücretli çalışanlar enflasyonun nedeni değil, mağdurudur.” İfadelerini kullandı.
ORTAK BİLDİRİDE HAKKINDA
1- VERGİDE ADALET
Ücretlerin vergilendirilmesinde mevcut tarife ve artan oranlar çalışanları mağdur etmektedir. Ücretliler için düzenlenen gelir vergisi tarifesinin ilk dilimi 2024 yılı için 110 bin TL olarak belirlenmiştir. 2002 yılında brüt asgari ücret 222-TL ve gelir vergisi tarifesinin ilk basamağı 3.800-TL iken; gelir vergisi tarifesinin ilk basamağı asgari ücretin 17 katıydı. Bu oran 2010 yılında 12 katına, günümüzde ise 5,5 katına kadar gerilemiştir. Geçmiş yıllarda yılın son aylarına kadar ikinci vergi dilimine girmeyen birçok işçi, günümüzde Mart ayında ikinci vergi dilimine girmekte, yılda bir buçuk aylık ücretini vergi olarak ödemektedir.
Vergi dilimleri başlangıcının düşük ve sonrasında tarife aralığının dar olması nedeniyle, bu durum işçinin eline geçen net tutarın ve satın alma gücünün azalmasına, refahının düşmesine neden olmaktadır. Bu sistem adil değildir. Hayat pahalılığının dar ve sabit gelirli kesimleri daha da zorladığı bu şartlarda sürdürülebilir de değildir. Az kazanandan az çok kazanandan çok vergi alınmalıdır. Vergi sistemi, gelir adaleti dikkate alınarak yeniden düzenlenmeli, aile yükümlülükleri esas alınarak farklılaştırılmalıdır.
Gelir vergisi tarifesinin ilk basamağının, geçmiş yıllarda olduğu gibi, yıllık asgari ücret brüt tutarı toplamının (fazla mesai, yol, yemek, yakacak yardımları gibi ek menfaatler de dikkate alınarak) bir miktar üzerinde tespit edilmesi, diğer vergi tarifesi oranlarının da ilk dilim esas alınarak çalışan lehine güncellenmesi gerekmektedir. Asgari ücret istisnası vergiden değil, matrahtan indirim yöntemiyle uygulanmalıdır. Mevcut uygulamada asgari ücret vergi dışı bırakılmasına rağmen ücretliler aleyhine sonuca yol açmıştır.
Vergi matrahı -eskiden olduğu gibi- ücretli çalışanların lehine farklılaşmalı asgari ücret sonrası ilk vergi basamağı için uygulanacak oran da yüzde 10 olmalıdır.
İşçiler hem kaynaktan kesilen doğrudan vergiler hem de harcamalar yoluyla dolaylı vergi ödemeleri nedeniyle çifte vergilendirmeye tabi tutulmaktadır. Bu kapsamda, çalışanlar üzerindeki doğrudan ve dolaylı vergiler azaltılmalıdır. Bu kapsamda, ailesiyle birlikte yaşamını sürdürmesi için yaptığı temel ve zorunlu harcamaları (eğitim, sağlık, kira, ulaşım vb.) ödenen gelir vergisinden istisna tutulmalıdır. Harcamalarında ağırlıklı yer kaplayan doğalgaz, elektrik, su, ulaşım ve iletişim hizmetleri tüketiminden alınan KDV yüzde 1’e düşürülmelidir. Temel tüketim mallarından alınan KDV sıfırlanmalıdır.
Öte yandan, işverenin sosyal güvenlik primi düşürülmüş ve buradan doğan milyarlarca liralık gelir kaybı Hazine tarafından karşılanmaktadır. Ancak işçilerin sosyal güvenlik priminde bir indirim yapılmamıştır. Sosyal devletin koruyucu vasfı öncelikle düşük gelirli olan ücretli çalışanlar için olmalıdır. İşverenlere sağlanan sosyal güvenlik prim desteğinin benzeri bir destek işçilere de verilmeli ve işçilerin sosyal güvenlik haklarında bir kayıp yaratmayacak şekilde işçi SGK prim payının 5 puanı bütçeden karşılanmalıdır. Böylece işçilerin milli gelirden hak ettikleri payı almaları sağlanmalıdır.
2- ENFLASYONLA MÜCADELE ÜCRETLERİ DÜŞÜK TUTARAK SAĞLANAMAZ
TÜİK, Haziran ayı enflasyon oranını yüzde 1,64, altı aylık enflasyonu da yüzde 24,7 olarak açıklamıştır. İşçi, memur ve emekli maaşları bu zam oranları dikkate alınarak artırılmaktadır. Ancak bu kesimlerden önemli bir bölümü bu açıklanan oranları dahi alamamaktadır.
Kaldı ki; açıklanan enflasyon ile yaşanan enflasyon arasında büyük bir fark vardır. İşçinin elde ettiği gelirle zorunlu temel ihtiyaçlarını karşılamasının mümkün olmadığı bu dönemde, emekçilerin başta gıda olmak üzere temel harcama kalemlerindeki artış oranları ile TÜİK enflasyon oranı arasında ciddi bir fark ortaya çıkmaktadır.
Açıklanan enflasyon rakamlarına göre söz konusu zam oranları henüz ücretlere ve maaşlara yansımamışken elektrik fiyatına yüzde 38 zam yapılmıştır. Elektrik fiyatına yapılan zammı akaryakıt zammı takip etmiştir. Akaryakıt fiyatlarında yaşanan artışın akabinde hammadde ve nakliye maliyetlerinde yaşanacak artışa bağlı olarak birçok temel tüketim maddesi fiyatlarının da artması beklenmektedir.
Dar ve sabit gelirli henüz zamlı maaşını alamadan, yaşamını sürdürmek için yapması zorunlu olan tüm harcama kalemlerine zam gelmektedir. Diğer bir ifadeyle, dar ve sabit gelirlinin alacağı zam daha cebine girmeden satın alma gücünü yitirmiş olmaktadır.
Bu nedenle, ücretleri enflasyonunun temel nedeni olarak gören yaklaşım terk edilmeli, bilimin ışığında enflasyonla mücadele edilerek fiyat artışlarının önüne geçilmesi sağlanmalıdır. Çalışan kesimin yoksullaşması pahasına bir ekonomi politikası sürdürülmemelidir.
3- ASGARİ ÜCRET ACİLEN ARTIRILMALIDIR
Ülkemizde kayıtlı çalışanların yarısına yakını asgari ücret seviyesinde gelir elde etmektedir. Asgari ücrete yapılacak artış diğer bütün ücret seviyelerine yapılacak zam oranlarını da etkilediğinden bütün işçileri doğrudan ilgilendirmektedir. İstisnai olması gereken asgari ücret artık ortalama ücret haline gelmiştir.
Enflasyonu yükselteceği iddia edilerek asgari ücrete zam yapılmamasını işçilerin kabul etmesi mümkün değildir.
Ülkedeki yüksek enflasyonun sebebi dar ve sabit gelirli işçiler değildir. Yüksek enflasyonun sebebi, hızla artan döviz kuru, dışa bağımlı üretim gibi nedenler başta olmak üzere sermayenin bitmek bilmeyen kâr hırsıdır. Enflasyonun yükselmesinde hiçbir sorumluluğu olmayan işçilerin enflasyonu düşürmek için fedakârlık etmesi beklenmemelidir. İşçiler enflasyonun nedeni değil, mağdurudur.
Açlık sınırı altında kalan asgari ücrete Temmuz ayından geçerli olmak üzere zam yapılması gerekmektedir.
4- KAMUDA ÜCRET DENGESİZLİĞİ SONA ERDİRİLMELİDİR
Nitelikli ve kıdemli işçiler asgari ücretin çok az üzerinde ücret alır hale gelmiştir. Özellikle kamuda ücret farklılığı had safhadadır. Bu kapsamda oluşan ücret dengesizliği sona erdirilmelidir.
5-En Düşük Emekli Aylığı Asgari Ücret Tutarında Olmalıdır
Ülkemizde hem emekli olabilmek hem de emekli olarak insanca bir yaşam sürmek giderek zorlaşmaktadır. Milyonlarca emekli ve hak sahibi asgari ücretin çok altında aylık ve gelir elde etmektedir.
Geçmiş yıllarda sosyal güvenlik mevzuatında yapılan değişikliklerle yaşlılık aylığının hesaplanmasına ilişkin hükümler yeniden düzenlenmiştir. Yaşlılık aylığı bağlama oranları düşürülmüş ve güncelleme katsayısı azaltılmıştır. En düşük emekli aylığının hazine desteği ile 10 bin lira olması bu durumun vahametini göstermektedir.
En düşük emekli aylığının asgari ücret seviyesinde olması gerekmektedir. Emekli aylıkları arasındaki dengesizliğin giderilmesi için intibak düzenlemesi yapılmalı, aylık bağlama oranları eski düzeyine çekilmeli, emekli aylıkları hesaplanırken ve arıtılırken büyümenin tümü hesaba katılmalıdır.
6- SENDİKAL ÖRGÜTLENMENİN ÖNÜNDEKİ ENGELLER KALDIRILMALIDIR
Sendikal hakların kullanımının önündeki engeller varlığını sürdürmektedir. Mevzuatımızda yer alan düzenlemelere rağmen sendika üyeliğinden dolayı işçilerin kitlesel olarak işten çıkarılmasının önüne geçilememektedir. Toplu iş sözleşmesi sürecinin etkin işlememesi, yetki davaların uzun sürmesi, işverenlerinin yetki itirazlarının yetki tespitinde bekletici sebep sayılması nedeniyle işçilerin toplu iş sözleşmesine kavuşmaları gecikmekte; hatta bazı durumlarda mümkün olmamaktadır. Grev hakkı özgürce kullanılamamaktadır.
Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) normlarına uygun bir çalışma mevzuatına ihtiyaç her geçen gün artmaktadır. Bu konuda sosyal tarafların beklentilerini karşılayacak bir düzenleme hayati önemdedir.
Ülkemiz çalışma hayatının en önemli sorunlarının başında sendikalaşma oranlarının düşük seviyelerde olması gelmektedir. Sendikal örgütlenmenin önünde yasal ve idari engellemeler bulunmaktadır. Son yayımlanan istatistiklere göre yaklaşık 17 milyon sigortalı işçinin sadece yüzde 15’i sendikalıdır. Ayrıca toplu sözleşmeden yararlanma oranı da giderek düşmekte ve kayıtlı işçilerin yalnızca yüzde 10’u toplu iş sözleşmesinden yararlanmaktadır. Özel sektörde bu oran yüzde 5’lere kadar gerilemektedir. Emekçilerin haklarının güçlendirilmesi için sendikalaşma önündeki engellerin kaldırılmasını talep ediyoruz. Kayıt dışı istihdamla mücadele etmenin en etkin yolu sendikal örgütlenmenin artırılmasıdır.
Çalışanların sendikal haklarını işten atılma ve mobbing endişesinden uzak bir şekilde özgürce kullanabilecekleri hukuki düzenlemelerin yapılması zorunludur. Güçlü bir iş güvencesi sistemi ülkemizde sendikalaşma oranını artıracak ve sendikal hakların kullanılmasını kolaylaştıracaktır. Neticesi tazminata bağlı olan iş güvencesi yerine, iş ilişkisini ayakta tutmayı önceleyen mutlak bir iş güvencesi talebimizi yineliyoruz. Sendikal nedenler ve farklı gerekçelerle işten çıkarmalar ve baskılar son bulmalıdır.
7- 696 SAYILI KHK KAPSAMI DIŞINDA BIRAKILAN KAMU TAŞERON İŞÇİLERİ DAİMİ KADROYA GEÇİRİLSİN
696 sayılı KHK’nın kapsam dışında tuttuğu işçiler ile 696 sayılı KHK’nın yürürlüğe girmesinin ardından taşeron firmalarda istihdam edilmeye başlamış olan işçilerin de sürekli işçi kadrosuna geçirilmesi ve bu yolla kamuda taşeron uygulamasına tamamıyla son verilmesi, yerel yönetimlerde işçilerin de hiçbir ayrım olmadan kamu işçisi statüsüne geçirilmesi için gerekli mevzuat değişikliklerinin gerçekleştirilmesini talep ediyoruz.
8- TASARRUF TEDBİRLERİ GEREKÇESİYLE ÇALIŞANLARIN HAKLARI AŞINDIRILMASIN
Kamu kaynaklarının israf edilmemesi, hukuksuz, usulsüz ve kamu yararına olmayan harcamaların sona erdirilmesi doğru olsa da tasarruf adı altında işçinin emeğinin karşılığı olarak hak ettiği ücreti ve sosyal hakları yönünden bir sınırlandırmaya gidilmesi kabul edilemez.
9- İŞ KAZALARI VE MESLEK HASTALIKLARI
İnsan onuruna yakışır iş için, çalışma ortam ve koşullarını iyileştiren, ölümlü iş kazalarını ve meslek hastalıklarını azaltan ve süreç içinde ortadan kaldırmayı hedefleyen bir yaklaşım esas alınmalıdır. Bunun için kamusal bir işçi sağlığı ve iş güvenliği alanı yaratmak için bütünlüklü bir sistem gerekmektedir.
10- ÇALIŞMA HAYATINDA AYRIMCILIK SON BULMALIDIR
ILO’nun 190 sayılı Şiddet ve Taciz Sözleşmesi ülkemiz tarafından da onaylanmalı ve etkin bir biçimde uygulanmalıdır. İşçi sınıfının önündeki bu engellere ve işçilerin yaşadığı bu sorunlara karşı üç işçi konfederasyonu olarak bizlerin ortak tutum alması ve geçmişte olduğu gibi birlikte hareket etmesi hem bir sorumluluk hem de üyelerimize karşı bir görevdir.