Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Aykut Veli Yıldız

Aykut Veli Yıldız

Türk'ün Sesi

​​​​​​​13 EKİM 1923 ANKARA’NIN BAŞKENT OLUŞU

Atatürk İnkılâpları zincirinin önemli halkalarından biri de Ankara’nın başkent oluşudur.

Başkent, devletin yasama, yürütme ve yargı organlarının merkezidir.

Yasalar başkentte çıkarılır, kararlar başkentte verilir, emir ve talimatlar başkentten yayılır. Kısacası, devlet başkentten yönetilir ve idâre edilir.

Başkent, devletin dış ilişkilerinin de merkezidir. Yabancı devletlerle anlaşmalar başkentte hazırlanıp imzalanır.

Devletin yönetim merkezi, karargâhı, çarpan kalbi, düşünen beyni durumundadır başkent.

Başkent değiştirmek, devletin yapı değiştirmesiyle doğrudan ilgilidir.

Türkler, tarih içinde çeşitli devletler kurmuşlar ve çeşitli başkentler seçmişlerdir.

Türklerin Anadolu’ya gelmelerinden itibaren başkentleri de devletin konumuna göre değişmiştir.

Anadolu Selçuklu Devleti’nin başkenti önce İznik, sonra Konya oldu.

Osmanlı Beyliği’nin ilk başkentleri sırasıyla; Karacahisar(Eskişehir), Söğüt(Bilecik), Yenişehir(Bursa) ve İznik(Bursa) oldu.

Beylik büyüyüp devlet haline gelince, Osmanlı Devleti’nin ilk başkenti Bursa oldu.

Devlet, Marmara Denizi’ni aşıp Avrupa kıtasında genişlemeyi öncelikli devlet politikası yapınca, başkentini de Avrupa’ya yani Bursa’dan Edirne’ye taşıdı ve ağırlık Anadolu’dan Rumeli’ye kaydı.

Bizans’ın başkenti Konstantinopolis(İstanbul) Anadolu’dan değil, Rumeli’den kuşatılıp, 29 Mayıs 1453’te fethedildi ve Osmanlı Devleti’nin başkenti(pâyitaht) de Edirne’den İstanbul’a taşındı.

İstanbul, 1453 yılında Osmanlı Devleti’nin başkenti, daha doğrusu pâyitahtı olduktan sonra üç başlı bir başkent görünümü aldı:

1.) Pâyitaht-ı Saltanat-ı Seniyye(Osmanlı tahtının ve padişahının bulunduğu başşehir).

2.) Makarr-ı Hilâfet-i İslâmiye(İslâm dünyasının Halifesinin oturduğu dini merkez).

3.) Merkez-i Hükûmet-i Osmaniye(Osmanlı Hükûmeti’nin yönetim merkezi).

İstanbul bu hâliyle devletin tam ortasında yer alıyordu. Bir tarafında Anadolu, diğer tarafında Rumeli ve Balkan toprakları vardı.

İstanbul stratejik açıdan ise Karadeniz’den Akdeniz’e giden deniz yollarıyla, Asya’dan Avrupa’ya giden kara yollarının kesiştiği bir noktadaydı.

Devletin güçlü olduğu dönemlerde önemli bir avantaj sağlayan bu stratejik özellik, devletin zayıflamasıyla birlikte, ülkeyi bu kadar farklı yönden (denizden ve karadan) tehdide açık bir hâle getirdi.

Zamanla Osmanlı Devleti’nin jeopolitik dengesi bozuldu. Osmanlı ülkesinin Avrupa toprakları sürekli saldırılara uğradı ve parça parça koparıldı.

Osmanlı sınırları Orta Avrupa içlerinden Balkanlar’a itildi. Vaktiyle imparatorluğun tam orta yerine düşen İstanbul, bu defa Osmanlı ülkesinin kenarında kaldı ve neredeyse bir sınır şehri durumuna düştü.

Değişen sınırlar ve İstanbul’un bu tehlikeye açık durumu, 19. yüzyılın ilk yarısında başkentin yerinin değiştirilmesi tartışmalarını gündeme getirdi.

Osmanlı ordusunda görevli Prusyalı subay Helmuth Von Moltke, 1839’da Osmanlı başkenti İstanbul’un yerinin değiştirilmesini önerdi.

1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı(93 Harbi)’nda Osmanlı Devleti’nin yenilgisi üzerine İstanbul karadan tehdide uğradı.

Tuna nehrini ve Balkan sıradağlarını aşıp gelen Rus orduları, 1878 yılının soğuk bir Şubat gününde, başkent İstanbul kapılarına, Yeşilköy’e dayandılar.

İstanbul’un sadece denizden değil, artık karadan da tehdit edilebileceği apaçık görüldü.

Padişah II. Abdulhamid tarafından Osmanlı ordusunun reformu için Prusya’dan getirtilen askeri danışman Wilhelm Colmar Paşa başkentin İstanbul’dan daha güvenli bir yere nakledilmesini önerdi.

Von der Goltz Paşa 1897 yılında şöyle demişti: “Osmanlı İmparatorluğu’nu köklü reformlarla kurtarmak isteyecek bir büyük hükümdarın, başkenti Türkçe ile Arapça’nın sınırı üzerinde bir ye­re, meselâ Konya veya Kayseri’ye hatta belki de daha güneyde bir yere(Halep veya Şam) nakletmesi gerekecektir.”

Tarihi gelişmeler, başkenti değiştirmek gerektiğini savunanları haklı çıkaracaktı.

Birinci Dünya Savaşı, Osmanlı İmparatorluğu’nun da, başkent olarak İstanbul’un da sonunu hazırladı.

Bu savaşla birlikte emperyal devletlerin Osmanlı topraklarını paylaşma iştahları kabardı.

Çarlık Rusya’nın, I. Petro(Deli Petro) döneminde başlayan “Boğazları ve İstanbul’u ele geçirmek” emelleri de yeniden şâha kalktı.

1915 yılında yapılan gizli anlaşmalarla İngiltere ve Fransa, İstanbul’u ve tüm Boğazlar bölgesini Rus Çarlığı’na vermeye râzı oldular.

Birinci Dünya Savaşı sırasında yapılan Anadolu’yu paylaşım planları, savaş sonunda 30 Ekim 1918’de imzalanan ile yürürlüğe konuldu.

13 Kasım 1918’de İtilâf Devletleri’nin 60 küsur parçalık zırhlı savaş gemisinden oluşan donanması Çanakkale Boğazı’ndan geçip Dolmabahçe önünde demirledi. 3.500 düşman askeri Beyoğlu’na çıktı.

Karadan, Trakya yönünden de Franchet d’Esperey komutasındaki Fransız birlikleri İstanbul’a doğru hareket etti.

Fransız komutanı, Fatih Sultan Mehmet’e özenerek beyaz bir at üzerinde İstanbul’a girdi.

Bundan böyle başkent İstanbul’un kaderi, İtilâf Devletleri’nin elinde görünüyordu.

Mondros Mütarekesi’nin şartlarına çok şiddetli tepki gösteren Mustafa Kemal Paşa, 1918 yılının 10-11 Kasım gecesi Adana’dan trenle İstanbul’a hareket etti.

Üç gün süren uzun tren yolculuğunda çok düşünceliydi. Yol boyunca bir yandan İstanbul’da karşılaşacağı durumları, öte yandan vatanın kurtuluşu için yapılması gerekenleri düşünüyor, kuşkusuz çok tasalanıyordu.

13 Kasım 1918’de İstanbul’a geldi. Aynı gün İtilâf Devletleri’ne ait 60 civarında savaş gemisi İstanbul Limanı’na demir atmıştı. Limanı dolduran bu dev zırhlılara acı acı bakan Mustafa Kemal Paşa yanındaki üzüntü içinde ağlayan yaveri Cevat Abbas’a dönerek, “Geldikleri gibi giderler” diyecektir.

Mustafa Kemal Paşa, ülkenin içinde bulunduğu işgâl ve kötü şartlardan kurtarılabilmesi için siyasî yollardan çözüm aramanın faydalı olacağına inanıyordu.

Bu nedenle İstanbul’a geldiği 13 Kasım 1918’den, 9. Ordu Müfettişi olarak Samsun’a gitmek üzere İstanbul’dan ayrıldığı 16 Mayıs 1919’a kadar Padişah, sadrazam, İstanbul Hükûmeti yetkilileri, siyasî, askerî ve mülki erkânla çeşitli temâs ve faaliyetlerde bulundu.

Zaman zaman Mustafa Kemal Paşa’nın Şişli’deki evinde ikili, üçlü, hatta grup halinde yapılan görüşmelerde hep vatanın kurtuluşu ve milletin bağımsızlığının sağlanması için izlenecek yol ve yöntemler tartışılmıştı.

Birçoğunun üzerinde uzlaştığı fikir Anadolu’ya gitmek ve orada bir istiklâl mücadelesi başlatmaktı.

İşte bu günlerde Samsun ve havalisindeki çatışma ve âsâyişsizlik olaylarının yerinde görülüp, önlemler alınmasıyla ilgili olarak bu bölgeye olağanüstü yetkilerle donatılmış bir ordu müfettişinin gönderilmesi konusunda İstanbul Hükûmeti’nin bir atama yapması söz konusu olmuştu.

29 Nisan 1919’da Harbiye Nazırı Şâkir Paşa, Mustafa Kemal’i Bakanlığa çağırdı ve

9. Ordu Müfettişliği’ne atandığını bildirdi.

Mustafa Kemal, Başyaveri Cevat Abbas’a Anadolu’ya gizli olarak geçiş ve bu geçişin yol planının tespiti ve güvenlik önlemlerinin alınması için görev verdi.

Mustafa Kemal Paşa, Samsun’a birlikte gidecekleri komutan ve görevlileri kendisi belirledi.

Maiyetindeki 21 kişi, erbaş ve erler, gemi kaptanı İsmail Hakkı(Durusu) ve gemi mürettebatıyla birlikte 16 Mayıs 1919 Cuma günü öğleden sonra “Bandırma” adındaki eski bir vapurla Galata rıhtımından ayrıldı.

3 gün süren yolculuğun ardından Bandırma Vapuru, 19 Mayıs 1919 sabahı Samsun'a ulaştı.

O güne kadar vatanın kurtuluşuyla ilgili Anadolu’da birtakım çoban ateşleri yakılmıştı.
Anadolu’nun dört bir yanında, direniş komiteleri, yerel kongreler toplanmaktaydı.
Ancak, bunların büyük bir çoğunluğu, kurtuluşu İngiliz himayesinde ve Amerikan mandasında aramaktaydı.

Mustafa Kemal Paşa, manda ve himayenin kesinlikle kabul edilemeyeceğini, vatanın bütünlüğü, milletin bağımsızlığının yine milletin azim ve kararıyla kurtarılacağını belirtiyordu.

Bu amaçla ilk önce işgâllere karşı halkta milli bilinci uyandırmak ve Müdâfaa-i Hukuk Cemiyetleri kurulmasını sağlamak amacıyla genelgeler yayımladı, kongreler düzenledi.

Sivas Kongresi’nde seçilen temsilciler “Heyet-i Temsiliye” için toplanma yeri gerekliydi.

Ankaralılar, Mustafa Kemal ve Temsil Heyeti’ni Ankara’ya davet etti.

Kurtuluş Savaşı’nın en iyi şekilde Ankara’dan yönetileceğini düşünen Mustafa Kemal, Ankara’nın coğrafi ve askeri konumu ile cephelere olan yakınlığı nedeniyle Ankara’ya gitmeye karar verdi.
27 Aralık 1919’da saat; 14:00’te Dikmen sırtlarından Ankara’ya ulaştı.

Ankara halkı, Mustafa Kemal ve Temsil Heyeti üyelerini büyük bir coşkuyla karşıladı. Bu karşılama Mustafa Kemal’i oldukça duygulandırdı, kendisini ve Temsil Heyeti’ni coşkuyla karşılayan Ankara halkına teşekkür etti.

Mustafa Kemal ve Heyet-i Temsiliye Ankara’da kendilerine tahsis edilen Ziraat Mektebi’ne yerleştiler.

Heyet-i Temsiliye’nin geçici merkezinin Ankara olduğunu duyuran bir bildiri yayımlandı.

Mustafa Kemal’in Ankara'ya gelişi, Kurtuluş Savaşı’nın başlatılması ve bağımsız Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulması için oldukça önemli bir olaydır.

TBMM’nin kuruluşu ve milli irâdenin işgâllere karşı koyması gibi birçok gelişme ve hazırlık Ankara’da yapıldı.

Milli Mücadelemizin merkezi hâline gelen Ankara, o günlerde başkentlik görevi de yapmaya başlamıştı.

Mustafa Kemal Paşa, başkent sorununu halletmek için Kurtuluş Savaşı’nın kazanılmasından sonra Lozan Antlaşması’nın imzalanmasını ve İstanbul’un İtilâf Devletleri’nden kurtarılmasını beklemişti.

Lozan Antlaşması’nın 24 Temmuz 1923’te imzalanmasından sonra hükûmet merkezi (başkent) sorunu ele alındı.

9 Ekim 1923’te Malatya Mebusu İsmet Paşa(İnönü) ve 13 arkadaşı TBMM’ne bir kanun teklifi sunarak Ankara’nın başkent olmasını önerdiler.

Önerge sahipleri gerekçelerinde; “Lozan tahliye protokolünden sonra işgâl altında toprak kalmadığını, ülkenin bütünlüğünün sağlandığını, Türkiye’nin idâre merkezinin seçimi sırası geldiğini, Lozan’da kabul edilen hükümler (boğazlarla ilgili) nedeniyle ülkenin kuvvet kaynağını ve gelişmesini Anadolu’nun merkezinde, coğrafya ve stratejinin, iç ve dış güvenliğin gereklerini aramak zorunda olduklarını, ülkenin idâre merkezi konusunda iç ve dış tereddütlere son vermek gerektiğini, bu merkezin Anadolu’da ve Ankara’da olması gerekli olduğunu” belirtmişlerdi.

Kanun tasarısı 10 Ekim’de Anayasa komisyonuna sevk edildi. Daha sonra TBMM Genel Kurulu’nda görüşüldü.

Sonunda tasarı bir karşıt (Gümüşhane mebusu Zeki Bey) oyla TBMM’nin 27 numaralı kararı olarak 13 Ekim 1923’te onaylandı.

Böylece Ankara “Devletin makkarı idaresi, Ankara şehridir” cümlesiyle fiilen olduğu gibi yasal olarak da başkent haline geldi.

Ankara’nın başkent seçilmesinin altında yatan nedenler şunlardır:

Ankara’da doğal olarak meydana gelen Kuvâ-yı Milliye ruhunun Milli Mücadele’yi ateşleyen ve şekillendiren bir güç olması ve bunun Ankara’yı Milli Mücadele’de bir sembol merkez haline getirmesi.

Ankara’nın jeopolitik, stratejik ve coğrafi konumunun uygun olması, Anadolu’nun ortasına yakın bir yerde bulunması ve bu yönüyle güvenli olması, etrafının dağlarla çevrili olmasının işgâl edilmesini zorlaştırması.

Ankara’nın, Anadolu’nun tam kalbinde olmasının yanında, Batı Cephesi’ne de yakın olması.

Batı Anadolu’dan ve İstanbul’dan gelen demiryollarının Ankara’ya kadar ulaşması ve burada kesişmesi. Bundan dolayı ulaşım ve haberleşme imkânlarının daha kolay olması.

Ankara’nın daha önce, Birinci Dünya Savaşı sonrasında işgâle uğramamış olması.

Ankara’nın, ulaşım bakımından İstanbul’a yakın bir konumda bulunması.
Bu sâyede İstanbul’daki gelişmeleri daha yakından takip etme imkânına sahip olması.

Kurtuluş Savaşı yıllarında işgâlci İngilizlere karşı teslimiyetçi bir yönetim sergileyen İstanbul Hükûmeti ve Saltanat yönetiminin halk arasında güvenini yitirmesi.

Ankara’nın başkent olmasının 100. yılını kutlarken; başta Kurtuluş Savaşımızın Başkomutanı ve Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere, şehitlerimizi, gazîlerimizi ve kahramanlarımızı rahmet, minnet ve şükrânla anıyoruz.

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yazarın Diğer Yazıları