Şehrin Hafızası'nda Kıbrıs’ta Türk varlığı
Konya'da yayımlanan Yenigün gazetesinin kültür sanat ilavesi Şehrin Hafızası'nın Temmuz 2023 tarihli sayısında kapak konusu olarak "Kıbrıs'ta Türk varlığının yaşam konusu" seçildi. Konuyla ilgili makaleyi Anuş Gökçe kaleme aldı.
Asırlardan beri Türk yurdu olan, 1914 yılında bir oldubittiyle İngilizlerin işgal ettiği Kıbrıs’ta yaşanan acıklı bir olayı okurla paylaşan Anuş Gökçe, 1943 yılında bir düşman askerine selam durmayan onurlu bir Türk kabadayısı adına yakılmış bir Türküyle yazısına başlamış.
Magosa Limanı limandır liman aman aman
Beni öldüren de yoktur din iman
Uyan Alim uyan uyanmaz oldun
Yedi bıçak yarasına dayanmaz oldun.
Kıbrıs Barış Harekâtı'nın 49. ve 1983’te Kuzey Kıbrıs Türk Devletinin kurulmasının 40. yıldönümü nedeniyle Kıbrıs’a dair duygu ve düşüncelerini paylaşan Gökçe, öncelikle Ada’nın Türklerin eline geçmesi, sonra İngilizlerin eline nasıl ve hangi şartlarda geçtiğini incelemektedir.
Anuş Gökçe'nin kaynaklara dayanarak verdiği tarihi bilgi şöyle: "Kıbrıs 1571 yılında II. Selim döneminde Türklerin idaresine geçti. Türkler adadaki feodal düzene son vererek 21 Eylül 1571 tarihli padişah fermanıyla Karaman Eyaleti’nin belli şehir ve köylerinden Müslüman Türk ahaliyi mecburi iskâna tabi tuttu. Ada Lefkoşa, Magosa, Girne ve Baf olarak dört sancağa ayrıldı, tek başına Kıbrıs Eyaleti teşkil edildi. Karaman Eyaleti kanunlarının yürürlüğe konulması ile adadaki gayrimüslimler kendi dini yetkilileri tarafından idare edildi.
Girit savaşı sonrasında Kıbrıs Eyaletinin yönetimi 1670 yıllarında Ege Adaları ve Girit’le birlikte Kaptanpaşalık’a dönüştü. 1745-1814 döneminde Kıbrıslı Müslüman Türkler, adada Hıristiyan Rumlara karşı çoğunluğu oluşturmaktaydı. Bu dönemde Türklerin sayısı ada nüfusunun %75’ine kadar çıktı. 1745’te 150.000 Müslüman Türk’e karşılık 50 bin Hristiyan Rum bulunmaktaydı. 1777’de Müslüman Nüfus 47 bine düştü, Hristiyan nüfus 37 bin civarında kaldı. Bu dönemde Türk nüfusunun büyük bir tazyik yaşatılıp göçe zorlandı. 1788-1792’de Müslüman nüfus 60.000, Hıristiyan nüfus ise 20.000 civarında tutuldu. Bu dönemde gayrimüslimler savaşa alınmadığı için ticarette zenginleşti. 1814’te Adadaki Müslüman ve Gayrimüslim nüfus eşitlenirken, her ikisi de 35 bin civarında kaldı."
Anuş Gökçe, Kıbrıs'la ilgili bilgi vermeyi şöyle sürdürüyor: "1914 yılında I. Dünya Savaşı’nda Osmanlı Devleti’nin Almanlar safında savaşa girmesini bahane eden İngilizler adayı işgal ederek Birleşik Krallık’a bağlamıştır. Osmanlı Devleti Kıbrıs’ın özgürlüğünü 92.000 altına değişme zorunda kalmıştır. Ne kadar içler acısı bir durum. İşgal sırasında İngiliz gemilerindeki düşman askerlerinin adaya ayak basmasıyla Müslüman Türkün gururu, namusu ayaklar altına alınmıştır. İngilizler Müslüman Türk halkına İngiliz Kraliyetini selamlamak mecburiyeti getirmiş, onlara selam vermeyenleri ya katletmişler ya da hapsetmişlerdir."
Anuş Gökçe, "İşte Magosa Limanı türküsündeki Ali, böyle gururu incinmiş bir şahsiyettir." ifadelerini kullanmakta ve olay hakkında bilgi vermektedir.
Kıbrıs'ın tarihini günümüze kadar anlatan Anuş Gökçe, makalesini şöyle tamamlamaktadır:
"Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Devleti binlerce şehit verilerek Rauf Denktaş liderliğinde kuruldu. Türkiye’den başka hiçbir devlet tanımadı. Birleşmiş Milletler adadaki Türk gücünü hâlâ bir işgal olarak tanımlamakta, Türk varlığı boğmak için sihirli lambalarından birçok cin çıkarmaktadır.
Magosa Türküsüne dönecek olursak, bir devlet olarak güçlü olmadığımız takdirde her türlü aşağılanmalara, rezaletlere katlanmak zorunda kalırız. Kıbrıslı Türkler ve Türkiye Cumhuriyeti, ekonomi, askeri ve siyasi yönden güçlü olursa, milli birlik ve beraberlik duygularını yükseltirse, milletin menfaati için her şeyini seferber ederse; zikzaklar çizmek yerine esaslı bir dış politika takip ederse üstesinden gelemeyeceği mesele yoktur. Vaktiyle görüşlerine itibar edilmeyen Rauf Denktaş'ın görüşlerinin ne kadar isabetli olduğu bu gün gün gibi aşikârdır. Kıbrıs ve Türkiye’ye çok büyük işler düşmektedir. İlk önce Türk devletleri, sonra da Müslüman devletler nezdinde KKTC'nin tanınmasına çalışmalıyız."
Şehrin Hafızası'nda bir diğer yazı Mustafa Özcan'a ait. Cumhuriyet dönemi hikâyecisi, eleştirmen Muhtar Körükçü (1915-1985) ve eserleri hakkında bilgi veren Özcan, yazarın üç kitabı olduğunu anımsatarak şöyle diyor: "Bunlardan ilki 'Köyden Haber', ikincisi 'Anadolu Hikâyeleri', sonuncusu da 'Doğu’dan Hikâyeler’dir. Kitaplarının adları bile hikâyelerin hangi coğrafya ile ilintili olduğunu ortaya koymaktadır. Bu hikâyelerin şimdiye kadar ikinci baskısı yapılmamıştır."
Körükçü'nün Anadolu’nun en çok da Doğu Anadolu’nun bazı ilçelerinde kaymakamlık yaptığını belirten Özcan, sözlerini şöyle tamamlamaktadır: "Çok güç şartlar içinde iki dil bilen bir kaymakam olarak, görevini yerine getirirken yaşadıklarını, gözlemlerini, tespit ve değerlendirmelerini yazıya dökmüştür. Bu coğrafyanın; bazı Anadolu insanına, hayvanlarla birlikte yaşama mecburiyeti verdiğini gözlemliyoruz. Ancak unutulmamalıdır ki, Türk edebiyatında 'hayvan hikâyeleri' az değildir. Hatta sırf hayvanları konu edinen romanlar da vardır: Yılkı Atı gibi. Dede Korkut hikâyelerinde hayvanlar olduğu bilinmektedir. Divan edebiyatında Şeyhi’nin 'Harnâmesi' de gözlerden kaçırılmamalıdır. Köroğlu’nun kır atı meşhurdur. Aziz Nesin’in Hayvan Deyip Geçme’sine kadar bu sıralama gidebilir."
Şehrin Hafızası'nın bir diğer yazarı Fatma Tutak da, "Bir Destandır" başlıklı makalesine 'Ey Oğul' diye başlarken Türk tarihinden bir sayfaya yer vermektedir.
Esen kalın.