“Dünyada işçi sınıfı kâbusu dolaşıyor!”
‘Tasarruf’ kelimesini bizzat Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın dilinden duymamız biz işçileri, emekçileri, taşeron işçileri çok memnun etmiştir. Bunun sözde kalmayıp devletin en üst kademelerinden başlamak kaydıyla biran önce eyleme dönüştürülmesini sabırsızlıkla bekliyoruz. Çünkü doğal servetleri olmadan kalkınmayı hedefleyen bir ülke için tasarruf kültürünün oluşmasından daha elzem hiçbir şey olamaz. Yöneticiliğin esas meziyeti topluma örnek olmaksa, o zaman ülkemizi yönetenlerin tasarrufu en ön planda tutmalarını talep etmek biz yönetilenlerin en doğal hakkıdır. Aksi takdirde en acımasız biçimde uygulanan bu ekonomi politikaları hep işçiyi, emekçiyi, taşeronu vuracak. Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’e misliyle vergi toplama ve yağmur gibi zam yapmayı hangi program emrediyor? Program yoksa zam politikasının mimarı Şimşek’in kendisi midir yoksa tüm bunlar Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kafasında kendine yer etmiş ekonomi felsefesinin dışa vurumları mıdır? Şimşek’in istifa haberinin yalanlanmasının yanı sıra şimdilik ucunda herhangi bir ışığın görülmediği bu politikaları nereye kadar uygulayabileceğini hep birlikte göreceğiz. Recep Tayyip Erdoğan’ın kendi politikalarını uygulamaya koyduğu 9 Temmuz 2018 yılından bu yana biz bu ‘Zam ve vergi artırma yoluyla Hazine’yi doldurma’ politikasının uygulandığını görmüştük. Örneğin Aralık 2021’de Naci Ağbal’dan boşalan koltuğa Nureddin Nebati’nin oturmasıyla akaryakıt fiyatlarının yaklaşık %200’e varan artışıyla hem Hazine’ye para gireceği ve hem de o paranın bir kısmının dövize dönüştürüleceği planlanırken zamlardan ve vergi artışlarından gelen paranın bir kısmıyla 6 Şubat Kahramanmaraş merkezli depremin yaraları sarılmaya çalışılırken, kalan büyük kısmını iktidar 14/28 Mayıs seçimlerinden zaferle çıkmak için gözünü kırpmadan harcamıştı. Mehmet Şimşek’in göreve gelmesinden sonra yaşadıklarımız sanki daha önce gördüğümüz bir kâbusun ikinci kısmının ekranlara yansımasıdır. Akaryakıta peş peşe yapılan zamların diğer tüm ürün çeşitlerini yapılan zamları tetiklememesi imkânsız bir durum olup astronomik düzeye yükseltilen vergi artışları da Hazineye sıcak para girişi sağlama amacı taşıyor. Tüm bu operasyonların darbesi ise herkesten önce işçiyi, emekçiyi, taşeronu ve emekliyi vuruyor. Oysa Türkiye’nin içinde bulunduğu bu ağır krizden ülkeyi Sayın Mehmet Şimşek’in ithal etmeye çalıştığı dış sermayeden ziyade işçinin, emekçinin, taşeronun alın terinin kurtaracağı çok açık bir durum olup plan uygulayıcıların öncelikle ve ivedilikle bu hususta düşünmelerini ve radikal adımlar atmalarını bekliyoruz.
15 Mayıs’ta Haliç Kongre Merkezi’ndeki basın toplantısında İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Sayın Ekrem İmamoğlu rakamlar üzerinden yaptığı kıyaslama korkunçtu. Başkanın sözlerinden ülkenin bu en büyük kentinin en zengin %20’lik kısmı gelirin %48’ni,en fakir %20’lik tabakası ise %6’sını alıyormuş. Aradaki uçurumu görmek için Allah’ın her birimize verdiği bir çift gözün yetmesi gerekir ve bu durumu başta Sayın Mehmet Şimşek olmak üzere hâlihazırdaki ekonomi yönetiminin de gördüğünden eminiz. Gelirin tamı tamına yarısını alan %20’lik kesimin kendi servetini devlete vermeyeceği gibi fakir kesimle paylaşmayacağı için yönetenlerin ya yolmak için yeni kaz bulmaları veya işçi-emekçi-taşeron işçi kesiminin taleplerine kulak kabartması gerekir. Ekonomimizin bu kriz durumundan çıkması bir yandan yeni üretim tesislerinin kurulmasına bağlıyken öbür yandan yarı ölü durumundaki tarımın canlandırılması gerekir. Aslında tarım emekçisinin sıkıntısını büyüten en önemli olgu ürünlerin birkaç aracı üzerinden nihai tüketiciye ulaştırılmasıdır. Ki bu durumda çok büyük girdi maliyetleriyle ürün yetiştiren köy emekçisi bazen zarar edip bazen ürünü maliyetine satmak zorunda kalırken, en iyi halde ise sezonu düşük kârlarla kapatırken kurulmuş soygun sisteminde eli cebinde gezen aracılar astronomik paralar kazanıyor. Yani gerek bacası tüten fabrikalarda, gerek yeni yapılacak tesislerde ve gerekse tarım alanlarından işçinin-emekçinin alın terinin karşılığının verilerek, onların hakları tanınarak çalıştırılması ülkemizde gerek ekonominin ve gerekse tarımın canlanmasını ve gelişmesini tetikleyen faktör olarak karşımıza çıkmaktadır.
Aslında dünya ekonomisinin sıkıntısı da işçi emeğinin giderek daha çok sömürülmesinden kaynaklanıyor. Örneğin petrol alanında bir kıyaslama yaparsak, eski SSCB’nin petrol-doğal gaz alanlarında çalışan emekçilerin diğer bölgelerle kıyaslamada üç misli daha fazla maaş aldıklarını ve bu durumun ekonomik gelişmeye büyük katkısının olduğunu söylememiz gerekir.
Günümüz dünya ekonomisinde ise işçinin-emekçinin-taşeronun emeğinin karşılığının verilmesi yerine paraların üretim alanlarından çekilerek off-shore’larda ve bankalarda ekonomiye katkı sağlamadan durduğunu görüyoruz. Tüm bunları teker-teker yazacağız.